AMERİKA, AMERİKA
AH AMERİKA!
AH AMERİKA!
Rastlantı mıdır bilinmez ama, son 50-60 yıldır iktidara gelen siyasilerin çoğunluğunun Amerika ile ilişkileri pek iyiydi. Hükümet olabilen bir kısım siyasi partilerin Amerika’dan icazet almadan işin başına gelemediği bilinen bir gerçektir.
Siyasi partilerin bir kısmının Amerika tarafından kurdurulduğu bile söylendi. Halen de; Türk Ulusu’nun büyük çoğunluğunda bu inanç hakimdir.
Kimin kiminle dost olacağı, ilişki kuracağı beni fazla ilgilendirmiyor. Ancak, Bu şahıslar, siyasi kimliğe bürünüp de Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimine getirilmeye çalışılınca durum biraz değişiyor.
O zaman olay hepimizi ilgilendirir bir boyut kazanıyor.
Çünkü, iktidar sahiplerinin, Türk Ulusu üzerinde, dışarıdaki bir kısım emperyalist güçlerin dayatmasıyla oynamaya çalıştıkları oyun can yaktıkça; toplumdan da feryatların yükselmesi doğal oluyor elbette…
***
Ne varsa bu Amerika’da?
Oraya eli, ayağı değenin huyu-suyu birden değişiyor.
Özellikle bir kısım siyasilerimizin göstergeleri çabuk bozuluyor. Neredeyse milli duyguları yok oluyor, sanki kişisel benlikten sıyrılıyorlar gibi…
Tabii, istisnalar kaideyi bozmuyor…
Fazlaca da eski bir tarihe ve kültüre sahip olmayan bu derme-çatma ülke, nedense bir kısım insanımıza fazlasıyla cazip geliyor.
En ufak bir rahatsızlığında Amerika’ya koşanlar mı istersin…?
Çocuğu Amerika vatandaşlığını da alabilsin diye, doğumu Amerika’da yapanlar mı ararsın…?
Dünyanın en güzel doğasına, deniz ve kumsalına sahip Ülkemiz kıyıları dururken; Amerika’da yazlık alanlar ile bütün yatırımını Amerika’da yapıp, han-hamam sahibi olanlar mı sorarsın…?
Bir de; hastalığını bahane edip, Amerika’ya çöreklenip, oradan beri Türkiye’yi yönetenler ve Atatürk Türkiyesine karşı türlü tezgahlar ayarlayanları falan da saysam; liste uzayıp gider…
Oraya eli, ayağı değenin huyu-suyu birden değişiyor.
Özellikle bir kısım siyasilerimizin göstergeleri çabuk bozuluyor. Neredeyse milli duyguları yok oluyor, sanki kişisel benlikten sıyrılıyorlar gibi…
Tabii, istisnalar kaideyi bozmuyor…
Fazlaca da eski bir tarihe ve kültüre sahip olmayan bu derme-çatma ülke, nedense bir kısım insanımıza fazlasıyla cazip geliyor.
En ufak bir rahatsızlığında Amerika’ya koşanlar mı istersin…?
Çocuğu Amerika vatandaşlığını da alabilsin diye, doğumu Amerika’da yapanlar mı ararsın…?
Dünyanın en güzel doğasına, deniz ve kumsalına sahip Ülkemiz kıyıları dururken; Amerika’da yazlık alanlar ile bütün yatırımını Amerika’da yapıp, han-hamam sahibi olanlar mı sorarsın…?
Bir de; hastalığını bahane edip, Amerika’ya çöreklenip, oradan beri Türkiye’yi yönetenler ve Atatürk Türkiyesine karşı türlü tezgahlar ayarlayanları falan da saysam; liste uzayıp gider…
***
Hatırlanacağı üzere; Turgut ÖZAL ile Tansu ÇİLLER’in de Amerika ile ilişkileri oldukça iyiydi…
Özal, President Bush(Baba Bush) ile konuşmadan Köşk’ten dışarı adımını atmazdı dersek yeridir. Bush’la konuşulmadan, ona danışılmadan iş yapmak ha…! Ne mümkün…!
Körfez Savaşı’nda yaşadığımız kepazelik buna iyi bir örnektir. Bir koyup üç almayı düşünen Özal, bir koyup, üzerine üç daha eklediyse de olmadı.
Havasını aldı…
Çiller’in durumu da pek farklı sayılmazdı. Onun da derdi varsa-yoksa Bill Clinton’du. Aralarında yapıldığı iddia edilen konuşmalar komedyenlere malzeme dahi olmuştu…
Clinton’suz olmuyordu. Her şey onunla konuşuluyor, ona danışılıyor ve işler öyle yürütülüyordu.
President Bush ve Bill Clinton’un Türkiye ziyaretleri de ayrı birer olaydı.
Bu ziyaretler İstanbul’da hayatı felç eder, konuklar için alınan abartılı tedbirler neticesinde İstanbul’da yaşayan vatandaşlarımıza çektirilmedik kepazelik kalmazdı.
Hatta, Clinton’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin birinde bir bebeği kucağına aldığı adeta olay olduydu. Medya günlerce bu konuyu gündemde tutmuştu. Bebeğin istikbali parlaktı artık…
Bir kısım genç anne-babaların bile, neredeyse yeni bir çocuk için hazırlanacakları esprileri bile yapıldıydı. Öyle ya; Clinton, ola ki bir daha gelecek olursa hazır olmalıydılar.
Özal, President Bush(Baba Bush) ile konuşmadan Köşk’ten dışarı adımını atmazdı dersek yeridir. Bush’la konuşulmadan, ona danışılmadan iş yapmak ha…! Ne mümkün…!
Körfez Savaşı’nda yaşadığımız kepazelik buna iyi bir örnektir. Bir koyup üç almayı düşünen Özal, bir koyup, üzerine üç daha eklediyse de olmadı.
Havasını aldı…
Çiller’in durumu da pek farklı sayılmazdı. Onun da derdi varsa-yoksa Bill Clinton’du. Aralarında yapıldığı iddia edilen konuşmalar komedyenlere malzeme dahi olmuştu…
Clinton’suz olmuyordu. Her şey onunla konuşuluyor, ona danışılıyor ve işler öyle yürütülüyordu.
President Bush ve Bill Clinton’un Türkiye ziyaretleri de ayrı birer olaydı.
Bu ziyaretler İstanbul’da hayatı felç eder, konuklar için alınan abartılı tedbirler neticesinde İstanbul’da yaşayan vatandaşlarımıza çektirilmedik kepazelik kalmazdı.
Hatta, Clinton’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin birinde bir bebeği kucağına aldığı adeta olay olduydu. Medya günlerce bu konuyu gündemde tutmuştu. Bebeğin istikbali parlaktı artık…
Bir kısım genç anne-babaların bile, neredeyse yeni bir çocuk için hazırlanacakları esprileri bile yapıldıydı. Öyle ya; Clinton, ola ki bir daha gelecek olursa hazır olmalıydılar.
***
O dönemler çok çabuk geçti. Olan-bitenler ve de çekilenler çabuk unutuldu. Herhalde Amerika bundan çok mutludur. Türkiye’de olayların çabucak unutulması, işlerine geliyordur. Yeni ve başka tezgahları daha rahat hazırlıyorlardır.
Bizdeki bir kısım iktidar sahipleri de; Amerikasız iş yapamaz olmuşlardı. Bunun bugün bile sürdürüldüğünü görmek inanın çok acı olduğu gibi; çok da düşündürücü…
RTE, diğerlerine nazaran çok daha şanslı. İki Amerikan başkanıyla birlikte çalıştı. Ellerini sıktı, sofralarında bulundu. Hikmetyar’dan sonra, Amerikan başkanlarından ikisinin de yanına oturdu. Oralardan aldığı destekle Türkiye Cumhuriyeti’ni Amerika’nın talimatları doğrultusunda yönettiği artık herkesin ağzında. Sokaktaki vatandaşımızdan bile bunu yüksek sesle dillendirdiğini duyarsınız.
İki yıl önceki Teskere konusu ile bugünkü Demokratik Açılım ve Ermeni Protokolü, söylediklerimi ispatlarcasına gözümüzün önünde gelişen hadiseler.
Bizdeki bir kısım iktidar sahipleri de; Amerikasız iş yapamaz olmuşlardı. Bunun bugün bile sürdürüldüğünü görmek inanın çok acı olduğu gibi; çok da düşündürücü…
RTE, diğerlerine nazaran çok daha şanslı. İki Amerikan başkanıyla birlikte çalıştı. Ellerini sıktı, sofralarında bulundu. Hikmetyar’dan sonra, Amerikan başkanlarından ikisinin de yanına oturdu. Oralardan aldığı destekle Türkiye Cumhuriyeti’ni Amerika’nın talimatları doğrultusunda yönettiği artık herkesin ağzında. Sokaktaki vatandaşımızdan bile bunu yüksek sesle dillendirdiğini duyarsınız.
İki yıl önceki Teskere konusu ile bugünkü Demokratik Açılım ve Ermeni Protokolü, söylediklerimi ispatlarcasına gözümüzün önünde gelişen hadiseler.
***
‘Ülke’nin yönetimine talip olanların, Milli Mücadele tarihi ile Cumhuriyet Tarihi’ni bilmeleri bir zorunluluktur. Bunlar bilinmeden olmaz. Yapamazlar…!’ sözünü oldum olası çok sevmiş ve yazılarımda çokça kullanmışımdır.
Bahsettiğim Muhteremler, Milli Mücadele yılları ile Cumhuriyet’in ilanından sonraki uygulamaları bilselerdi; bugünkü durumu böyle olmazdı.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Türk Ulusu adına uyguladığı onurlu dış siyaset öğrenilmiş olsaydı; her ulusal konumuzu Amerika’ya taşımak ve gözü Amerikan çıkarlarından başka hiçbir şeyi görmeyen Amerikan İdarecilerine danışmak gerekmezdi.
Olay bununla da sınırlı değil tabii. Bahsettiğim siyasi kişilerin kiminin hanı-hamamının yanı sıra, bir kısmının da çocuklarının istikbali Amerika’da aranıyor.
Türkiye’de, bir yanda okulları temizletecek para bulunamazken; veliler topluca okul temizliğini yaparlar, bir yanda da devleti yönetenlerin çocukları, ne idüğü belirsiz burslar temin edilerek Amerika’ya okumaya gönderilir…
Meğer sen neymişsin be Amerika…!
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi
www.cengizonal.blogspot.com
Bahsettiğim Muhteremler, Milli Mücadele yılları ile Cumhuriyet’in ilanından sonraki uygulamaları bilselerdi; bugünkü durumu böyle olmazdı.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Türk Ulusu adına uyguladığı onurlu dış siyaset öğrenilmiş olsaydı; her ulusal konumuzu Amerika’ya taşımak ve gözü Amerikan çıkarlarından başka hiçbir şeyi görmeyen Amerikan İdarecilerine danışmak gerekmezdi.
Olay bununla da sınırlı değil tabii. Bahsettiğim siyasi kişilerin kiminin hanı-hamamının yanı sıra, bir kısmının da çocuklarının istikbali Amerika’da aranıyor.
Türkiye’de, bir yanda okulları temizletecek para bulunamazken; veliler topluca okul temizliğini yaparlar, bir yanda da devleti yönetenlerin çocukları, ne idüğü belirsiz burslar temin edilerek Amerika’ya okumaya gönderilir…
Meğer sen neymişsin be Amerika…!
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi
www.cengizonal.blogspot.com