14 Eylül 2008 Pazar

DOSTLARA YENİDEN MERHABA!

Merhaba Kıymetli Dostlar…!
Sizlere, en son yazımı Temmuz-2008 ortalarında göndermiş ve bir müddet yazamayacağımı da söylemiştim. Çünkü, ULUS Gazetesi’yle yollarımızı ayırdıktan sonra dinlenmeye ihtiyaç duydum. Geçmişteki yazılarımda da bunu dile getirmiştim.
Ben, gazeteci olmayan bir gazeteciyim. Türkiye’nin çekilmek, hatta sürüklenmek istendiği Ortaçağ Karanlığı gerçeğini, olabildiğince dürüst bir ifadeyle yazmalıydım. Öyle de yaptım… ULUS Gazetesi’nde bunları yazmaya çalıştım. Ama ilgi gördü veya görmedi. Bu sizlerin takdir ve teveccühüdür. Ancak, bana ulaşan yazılı iletiler ile telefon mesajlarına baktığımda; yazdıklarımın arzu edilen ilgiyi gördüğü gerçeği ortaya çıkıyor …
Bu, oldukça yorucu ve meşakkatli bir iş… Hele bizler gibi bu mesleğin eğitimini görmeyip de yazmaya çalışmak bir hayli yıpratıcı oluyor. Çalıştığınız Gazete ile yolların ayrılması söz konusu olduğunda ise; bunu iyi bir imkan olarak değerlendirip, uzun bir tatili hak ettiğim sonucuna vardım… Onun için iki ay gibi bir süre yazmadım. İyi bir tatil yapıp, ondan sonra yazmaya yeniden başlamak daha mantıklı geldi bana…
Nihayet o süre sona erdi. Yeniden yazıyor ve siz dostlarıma kavuşuyorum…
Mutluyum…


GÜNDEN KARMAŞASI!
-1-

Yaklaşık iki aydan bu yana, sizin de gözlemlemiş olabileceğiniz gibi, gündemimize ne çok konular girdi / çıktı.
Gerek Dünya’da, gerekse Türkiye’de ne çarpıcı olaylar yaşandı. Hepimizi şaşkına çevirecek derecede iyi kurgulanmış bu olayların tamamı gündemimize yerleştirildi. Kimisi gündemde fazla kalamadı. Kimisi ise; bir müddet yerini korudu. Bazı konulara gelince; onları hiç sormayın! Gündem halen onlarla meşgul… Deniz Feneri Davası gibi…
Bir kısım çevrelerin büyük rant hayalleriyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu yapay gündemler, içeride mevcut siyasi iktidar tarafından da çok iyi değerlendirildi ve kullanıldı.
Hatta bu sayede Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış, Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na, özde, bağlı Atatürkçü kesime çok ciddi baskılar uygulandı. Siyasi iktidarın yanında yerini almayan, diğer bir ifadeyle Dinci Medya’nın dışında kalan özgür medyaya olabildiğince yüklenildi.
Medya mensupları da dahil ani gözaltına alınmalar, bir kısım aydınların tutuklanmaları ve yıllardır Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde hizmette bulunmuş ve Orgenerallik rütbesine değin yükselerek Kuvvet ve Ordu komutanlıklarında bulunmuş, sonra da emekli olmuş askerlerimizin dahi, sözde örgüt yöneticisi iddiasıyla, hapse attırılmaları olağan olaylar gibi gösterilmeye çalışıldı. Halen de bu zihniyete devam edilmektedir…
AKP ve Zihniyeti iktidarının bilgisi dahilinde gerçekleştiği adeta her gün yazılan / çizilen içerideki bu çarpıcı ve saçma sapan gelişmelerin yanı sıra, bizim dışımızda da; beklenmedik bölgesel olaylar adı altında, kurgusu oldukça öncelere dayalı olduğu bilinen olaylar sırayla patlak verdi.
Irak’ta uygulananlar ile Ortadoğu’da Filistin halkına reva görülenlerin dışında; bunların en çarpıcı olanı ve sonuncusu da Rusya-Gürcistan meselesidir…

* * *

Şimdi, yakın geçmişteki iki aylık sürede gelişen, hatta kurgulanan önemli olayları kısaca ve atlarına düşüncelerimi de özetle yazarak bir gözden geçirelim:

AKP’NİN KAPATILMASI DAVASI

Davanın açılmasının ardından, herkesler olayın seyrini merak ederken; meydana gelen olayları birlikte izledik. Bu olayların içinde olup da öne çıkanlardan bir / iki örnek verirsek;
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt’ün izlettirilmesi ve telefonlarının dinlenmesi ile Ergenekon adıyla bilinen operasyon kapsamında, AKP ve Zihniyeti iktidarının misillemesi olarak yorumlanan, gözaltılar ve müteakiben de tutuklamalar…
Toplumda, bu gelişmelerin yarattığı düşünceler hakimken, Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasına ilişkin Yüce Mahkeme kararı açıklandı. Karar, her ne kadar AKP’nin kapatılması yönünde değilse de; Cumhuriyet Tarihimizde ilk kez bir siyasi parti hakkında, ‘Laiklik Karşıtı Olayların Odağı Haline Gelmiştir…’ ifadesini oldukça net bir dille söylüyordu. Üstelik de; Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hariç 10 üye oyunu bu şekilde kullanmış ve ayrıca bu üyelerin çoğunluğu; AKP’nin Hazine yardımının bir kısmından yoksun bırakılmasını istemişti.
Konu hakkında çok konuşuldu. Televizyonlarda hemen her akşam aynı konuyu izler ve dinler olduk. Gazeteler günlerce bu olayı diline doladı. Ancak, sonunda toplumda ve aklı başında insanlarda ortak bir görüş belirdi:
‘Başta RTE olmak üzere AKP ve Zihniyeti bundan sonra dikkatli adım atmalıdır…’
Bekleyip, hep birlikte olup / biteni göreceğiz…

REKTÖR ATAMALARI

Mevcut Üniversitelerin bir kısmındaki Rektör seçimleri ile yeni kurulan üniversitelere Rektör atamaları konusunda partizanca tavır sergilendiği iddiaları da gündemi oldukça meşgul eden konulardı.
Öne çıkan en can alıcı husus; Üniversitelerin kendi içinde yaptığı seçimde liste birincisi olanın Rektör olarak atanması beklenirken, çok düşük oy alan adayların, listede alt sıralarda bulunuyor olmalarına karşın, YÖK tarafından, Cumhurbaşkanlığı’na sunulmak üzere hazırlanan listede ilk sıralara konulması ve atamanın da genellikle bu kriterlere göre yapılmasıydı…
Bu ifadelerden olmak üzere; Geçmişte Türban/Sıkmabaş bildirisine imza koyan akademisyenlerin büyük çoğunluğu ile 22 Temmuz seçimlerinde AKP ve Zihniyeti’nden milletvekili adayı olup da seçilemeyen bazı öğretim üyesilerinin bir kısım üniversitelere Rektör olarak atanmaları hepimizin gözü önünde gerçekleşti.
Bu uygulamaya tepki verildiğinde; gerek AKP ve Zihniyeti iktidarından ve gerekse de Çankaya’dan yapılan açıklamalarda; ‘Geçmişte de benzer uygulamalar 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER tarafından yapılmıştı…’ şeklinde oldu. Ancak burada çok önemli bir husus gözden kaçırılıyordu. A. Necdet SEZER’in kriterinden en başta geleni, bir üniversiteye Rektör olarak atayacağı kişinin Atatürk İlke ve Devrimleri’ne olan inancı ile Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na özde bağlılığıydı… Ancak bugünkü atamalarda durum çok farkı. Atamalarda AKP ve Zihniyeti’ne olan sempati ve yakınlığın esas alındığı günlerce yazıldı ve söylendi… Eleştirilere yeterli cevap dahi verilmedi…

‘DİŞLİ’ YOLSUZLUK

AKP ve Zihniyeti’nin Genel Başkan Yardımcıları’ndan olan Şaban Dişli’nin, İstanbul’daki bir arsanın imar planı değişikliği konusunda ciddi miktarda rüşvet aldığı CHP Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu tarafından ortaya çıkarıldı. AKP ve Zihniyeti, önce olayı inkara yeltendi. Baktılar ki başarılı olunamıyor, Şaban Dişli’nin açıklamasına izin verildi ve o da inkar yolunu tercih etti. Ancak bu da yeterli ve inandırıcı olamayınca nihayet günler sonra, Şaban Dişli partideki görevinden istifa etmek zorunda kadı…
Geçmişte, ‘Yetimin hakkını yiyeni içlerinde barındırmayacaklarını…’ ve bulaşan kim olursa olsun, ‘Yolsuzluklara Damardan Gireceklerini…’ ulu orta dillendiren RTE, nedense Dişli Yolsuzluğu konusunda uzun süre sessiz kalmayı tercih etti.
Malum, ‘Benim Hırsızım İyidir…’! anlayışı…

RUSYA-GÜRCİSTAN MESELESİ

Gürcistan Askeri Birlikleri’nin, Rusya’nın egemen olduğu Osetya’nın Güney Bölgesini taciz etmesi, zamanla Güney Osetya Bölgesi’ne top ateşi açması ve tavrının bölgede ciddi olaylara sebebiyet vereceği kaygısı doğurması üzerine de Rusya’nın Gürcistan topraklarına girmesi, dünyanın gözünü birden Kafkaslara çevirmesine neden oldu.
Rusya, Gürcistan’ın yaptıkları karşısında sessiz kalmadı. ABD’nin desteğini arkasına alan Gürcistan yönetiminin, ABD güdüm ve kumandalı çılgınlığını cevapsız bırakmadı.
Rusya’nın karşılığı oldukça sert oldu…
Kısmi çatışmalar bir çok masum canın yok olmasına yol açtı.
Sonunda, kişisel menfaatten başka hiçbir şeye dayalı olmayan ABD’nin bölgesel stratejisi, sorunların savaşla halledilemeyeceğini bir kez daha gördü. ABD Yönetimi, bölgenin kendisini asla ilgilendirmemesi gerektiğini de er / geç öğrenecek.
Ama işin altında, bölgenin enerji açısından çok zengin bir konuma sahip olması gerçeği var. ABD’nin de buralardan kolay vazgeçeceği sanılmamalı. Tedbirler de ona göre alınmalı…
Rusya yönetimi elinden geleni yaptı ve artık 1990’lı yılların Rusyası’nın olmadığını gösterdi… Bundan sonra da göstermeye kararlı oldukları mesajını da vermekten geri kalmadı.
Olay bizim açımızdan ayrı bir anlam taşıyor. Enerji, Doğalgaz ve Petrol geçişlerinden oldukça yüklü para kazanıyoruz. Ayrıca, Doğalgazın önemli bir kısmını da bölge ülkelerinden ve de Rusya’dan alıyoruz.
Aynı bölgede yaşadığımız Gürcistan ile bunların dışında da bir çok ortak noktamız olduğu ortada. İçlerinden sadece birini söylemek yeterli olacak sanırım… Her iki ülke de, ABD’ye sırt dayamış kişiler tarafından yönetilmektedir…
Halbuki, Ulusal anlayışa dayalı üniter devlet yapımız, devlet yönetiminde, sömürgeci emperyalist zihniyete hizmet yerine, Türk Ulusu’nun kayıtsız, şartsız egemenliğine dayalı bir sistem üzerine kurulmuştur.
Siyasi iktidarların düşünceleri ne olursa olsun; böylesi belirgin ve netleşmiş bir devlet politikasından sapmak, başkalarının menfaatleri için Türk Ulusu’nun talep ve istikbalini görmezden gelmek olabilecek en aptalca hususlardan birisidir…
Bu gelişmelerden sonra, bizimkilerin de aklı başında dış politika izlemeleri gerçeği bir kez daha gün gibi ortaya çıktı. RTE’nin, durumdan vazife çıkarıp, arabuluculuğa falan soyunması itibar görecek hususlar değildir. Nitekim, öyle de oldu…
Adama; ‘Senin ülkende bölücü terör her gün üç beş cana mal olan eylemler yaparken, Giresun ve Tokat gibi vilayetlerimizin kırsal bölgelerinde bile terör faaliyetleri olurken; siz neyin arabuluculuğunu yapıyorsunuz?’ diye sormazlar mı?
Bunların yapmaya çalıştıkları, ‘Nam olsun da Kar olmasın!’ cinsinden işler…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
www.cengizonaltarakcioglu.blogspot.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com

Hiç yorum yok: