Toplumu yoğun gerilime sokan ve halen de bu gerilimi tırmandıran RTE ile AKP ve Zihniyeti kurmaylarının, çözüme varmak gibi bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Baskı oluşturma ve sindirme politikasına yönelik olarak; İlhan SELÇUK, Prof. Dr. Kemal ALEMDAROĞLU, Doğu PERİNÇEK ve daha birçok kişinin, sabaha karşı, hukuka yakışmayan bir şekilde gözaltına alınmaları, aklı başında insanların sert tepkisine neden oldu. Darbe dönemlerine ilişkin bu hukuk dışı uygulamalar, dünyanın hemen hiçbir yerinde rağbet görmezken; Türkiye’de uygulanıyor olması RTE ve hükümetinin ayıbıdır. Tarihe de aynen böyle geçmiştir.
İddialar, bir hesaplaşmanın olduğu yönünde. RTE’nin, AKP’nin kapatılması davasına karşılık, misillemede bulunduğu şeklindeki ifadeler ortalıkta dolaşıyor. Türkiye’yi tam üye yapabilmek için yalvar - yakar oldukları AB’den gelen tepkiler bile şaşırtıcı. Olayın ne olduğunu dahi anlamadıklarını söylüyorlar. Zaten onlar meseleyi anlayıncaya kadar, İlhan SELÇUK ve Prof. Dr. Kemal ALEMDAROĞLU serbest bırakıldılar. Ancak, yurtdışına çıkmamak kaydıyla. Hatta ALEMDAROĞLU, ayın 1 ve 15’in de Polis Karakolu’na gidecek ve ‘Buradayım’ diye imza atacak...
***
RTE ve hükümetinin baskıcı yönteme başvurmaları, içinde bulundukları çıkmazı gösteriyor. Çoğunluğumuzun yakından bildiği, tanıdığı hukukçular bile İstanbul’daki Savcının yaptıklarını hoş bulmadıklarını açıklıyor.
Mevcut hükümet tarafından uygulandığı açıkça ortada olan baskı ve sindirme politikalarının benzerleri, maalesef geçmişte de yaşandı. Özellikle; 27 Mayıs ihtilaline gelmeden önceki dönemde uygulananlar; bugün RTE ve hükümetince uygulananlardan farklı sayılmaz.
O dönemdeki iktidar tarafından kurulan ve sınırsız yetkilerle donatılan Tahkikat Komisyonu’nun yaptıklarıyla bugünkü yapılanların benzeşmesi, dikkat çekecek boyuttadır… Malum Komisyon, 1 yıl gibi bir zaman içinde, muhalif fikirlerinden dolayı çok sayıda aydını hapislere sokmuştu. Toplumu öylesine bir korku ve endişe kaplamıştı ki; ağızlardan çıkacak sözler, iyice tetkik edilmeden söylenemez hale gelinmişti… Bugünkü gidişin de; o dönemden farklı olduğunu söylemek, yakın tarihi yeterince bilmemek olarak yorumlanabilir…
***
RTE, yurtdışına çıkmadan önce Esenboğa Havaalanı’nda yaptığı açıklamada; gözaltına alınmalarla ilgili ilişkisinin bulunmadığını söylemiştir. Eğer böyle bir gücü olsaymış partisi hakkında açılan davaya müdahale edermiş… Ancak, bunun hemen arkasından Makedonya’da yaptığı açıklamada da; partisinin kapatılmasıyla ilgili gerekli tedbirleri alacağı anlamında sözler sarf etmiştir. Açıklamalar arasındaki çelişkinin ne denli açık olduğu gözden kaçmıyor. Samimi olmadıkları ortada… Kasıtlı olarak yaratılan kaos ortamında, AKP ve Zihniyeti’nin bir kısım kurmaylarının, tek bir noktadan düğmeye basılmışçasına, Atatürkçü Anlayış’a, Çağdaş ve Laik Cumhuriyet’e karşı olduklarını her fırsatta ortaya koymaları, bir kısım insanlarımız tarafından ‘Kara Devrim’ olarak da adlandırılan Karşı Devrim’in ayak sesleri olarak algılanıyor.
Görülebildiği kadarıyla; toplumun bütün dengelerini alt/üst etmekten haz duyan ve dışarıdan gördükleri destekle; Dini Esaslara Dayalı Devlet Sistemi(ŞERİAT)’ne ilişkin özel ekonomik model tesis eden, Milli Eğitim’i çağdışı uygulamalarla medrese ve tarikat esaslarına bağlayan, en önemlisi de; illegal dinci örgütlerin destekleriyle Milli Görüş esaslı bir siyaset izleyen malum Zihniyet; akla bile gelmeyecek yöntemlerle, Türk Ulusu’nun Aydınları’na gözdağı vererek, toplumun önemli bir çoğunluğunu baskı altında tutmaya ve böylelikle de sindirmeye başlamıştır.
***
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, görevinin gereği olarak, AKP ve Zihniyeti’nin kapatılması amacıyla açtığı dava, başta RTE olmak üzere, AKP ve Zihniyeti üzerinde şok etkisi yapmıştır. Devletteki dinci kadrolaşmayı Yargı’ya sokamamış ve halen de sokamıyor olmaları, RTE’yi çileden çıkarmaya yetiyor.
Dolaysıyla da bu Zihniyeti’n bitmişliği, hatta tükenmişliği anlamına gelen, Başsavcı’ya yönelik sert konuşmaları duyulmakta ve hukukla ilgisi olmayan davranışları daha sık izlenebilmektedir. Ancak; Başsavcı’yı yalnız bırakmayan ve arkasında olundu imasını yaratan mesajlar gecikmedi. Yargıtay Başkanı GERÇEKER ve ardından da YARSAV Başkanı EMİNAĞAOĞLU; yargıya müdahale edilmesinin hiç kimsenin hayrına olmayacağı ve sonuçlarının tehlikeler doğurabileceği mealinde, oldukça anlamlı açıklamalarda bulundular…
***
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, emperyalizme karşı verdiği büyük mücadeleler neticesinde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Atatürk Gençliği olarak; Çağdaş ve Laik Cumhuriyeti koruma, kollama ve idame ettirme görevimizi, eksiksiz olarak, yerine getirirken; hiçbir bahane ileri süremeyiz.
Hiçbirimizin, hepimiz kadar güçlü olamayacağı gerçeğini gözden uzak tutmadan Atatürk Aydınlanması ve Türk Devrimi için verilen mücadelede olmazsa olmazımız; ortak bir paydada buluşmak zorunda olduğumuzdur.
Artık Yeter!
Bugüne değin herkesler nerelere çektiyse çekti. Hangi tür bahaneler ürettilerse ürettiler… Bugün, bu mücadeleye inanmış, ancak bilinen tavrını ısrarla sürdürenler de olabilir. Ama; Ulu Önder ATATÜRK’ün belirttiği gibi; ‘Söz konusu olan Vatansa; gerisi teferruattır’.
Türkiye Cumhuriyeti’ni, dinci tehlikeden koruyabilmek ve yasal haklarımız çerçevesinde, Karşı Devrim atağına kalkmış ve Şeriat’ı getirmek isteyenlere, ‘Dur!’ diyebilmenin yolu birlikte mücadele etmekten geçmektedir.
Tam Bağımsız Türkiye için, aynı dava uğruna ortak mücadele etmek varken; ayrı ayrı durma, ferdi ve ufak çaplı mücadele yürütme ile yetinme lüksümüz yoktur!
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
31 Mart 2008 Pazartesi
28 Mart 2008 Cuma
BATI’DAN SAÇMALIKLAR!
Türkiye’de, toplumsal anlamda en ufak bir kıpırdanma olduğunda; nedense ilk konuşanlar, hep Batı’nın uyanıkları ve sivri akıllıları olmaktadır. Atatürk’ün ebediyete intikalinin ardından zaman içinde ortaya çıkan bu gerçek, günümüzde daha da artarak varlığını sürdürmektedir…
Neden?
Cevabı oldukça basit; güçlü otoritelerin olmadığı yerde, elbette önüne gelen ileri-geri konuşacaktır.
Engelleyen mi var ki?
Daha dün sayılabilecek bir zamanda ABD Büyükelçisi’nin, sömürge valisi edasıyla yaptığı saçmalıkları ne çabuk unuttuk!
AB’NİN HER DAİM YAPTIĞI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, AKP’nin kapatılmasına ilişkin açtığı davanın ardından Batı’nın Delileri yine ötmeye başladılar…
-Almanya eski Başbakanı Schröder, sanki hiç kimse yokmuş da görev ona kalmış gibi, AKP’yi savunurken, Türk Yargısı’na ‘Onursuz!’ diye bir nitelemede bulunmuş…
-AB - Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Lajendijk, AKP için hazırlanan İddianame için, ‘Yargı Darbesi’ demiş…
-İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı için, ‘Garabette Astronomik Yüksekliğe Ulaştı’ ifadesini kullanmış…
Şaşırdığımızı söylersek; yanlış olur. Doğrusunu isterseniz, bu çifte standartçılardan bundan başkası da beklenemezdi…
Bu denli pervasızlığın cesaretini nereden alıyorlar dersiniz?
Hiç fazla yorulmanıza gerek yok. AB’nin çok yüzlü üyelerinin sivri dillileri, ellerine geçen her imkanı oldukça iyi değerlendirerek, Türkiye üzerine oynanan önce bölüp, parçalamak ve sonra da yok etmek oyununun bütünü içindeki rollerinin gereğini yapma gayretindeler… Türkiye’deki siyasi otoriteden herhangi bir tepki gelmediğini de görünce; iyiden iyiye Gemi Azıya Alıyorlar…
Öncelikle, Türkiye’deki Atatürk Milliyetçiliği kavramını insanımızın ve özellikle de Gençlerimizin kafalarından söküp atmak için her yöntem ve yolu denemektedirler. Teröre ve bölücü hainlere verdikleri destek de bunun açık bir kanıtıdır.
ÜLKEYİ YÖNETMEK
AKP ve Zihniyeti iktidarı süresince, özellikle Atatürk dönemindeki Devlet Adamlığı örneğinin, bir nebzesini dahi görememiş olmanın verdiği üzüntüyü anlatmak, inanın oldukça zor.
Devlet Adamlığı ciddi bir iştir. Sorumluluğu büyüktür. Kararlı ve istikrarlı olmayı gerektirir. Devlet Adamı, güvenilir olmak zorundadır. Son zamanlarda böylesi kişiliklere rastlayamamak da; emperyalist gücün ne kadar başarılı olduğunun göstergesi değil midir?
Bizdeki politikacılar, üç-beş oy için çok şeyleri feda etmekten kaçınmadıkları, ayrıca; iktidar olabilmek için Bush’un iznini almayı maharet saydıkları sürece, bugün AB’nin pervasız ve densizleri, yarın bilmem kimin şaklabanları, içişlerimize de karışır, gerekirse daha da ileri gider… Kim ‘Dur’ diyecek ki! Sadece hamasi bir iki söz duyarsınız. O kadar! Bugünlere onu da eden yok ya!
Çünkü, hariçten atılan böylesi gazeller AKP ve Zihniyeti’nin ve dolaysıyla da RTE’nin oldukça işine gelmektedir. Böylesi baskılar, bir yerde Yargı’ya etki etmek anlamına gelir ki; bunu asla etik bulmuyoruz.
Elbette ki; bu sözlere Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin tepki göstermemesi de; maalesef devlet adamı onuru ve sorumluluğu ile bağdaşmayan bir davranıştır.
Söyledik ya; Ülke’yi yönetebilmek ciddi iştir.
YARGI’YA BASKI YAPILAMAZ!
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Sosyal Hukuk Devleti olduğu ve Hukukun Üstünlüğü ilkesini prensip edindiği tartışılamaz bir gerçektir. Ayrıca, Ulusal Devlet yapısı ve buna dayalı Üniter Devlet anlayışı da olmazsa olmazımızdır.
Bu temel esaslar ve değerler göz önünde bulundurulduğunda; hiç kimse ve/veya hiçbir gücün Yargı’yı baskı altına alma girişiminden yarar beklemesi düşünülemez bile… Böyle bir imkana da hiç kimse sahip değildir. Olamaz da!
Gerçek Demokrasilerde, Yargı’nın bağımsız ve tarafsız oluşu, belki bazı durumlarda kimilerinin işine gelmeyebilir. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi Yargı’dan şikayetler olabilir. Ancak, böyle durumlarda, kanunların ve Anayasa’nın orasıyla, burasıyla oynama gayretlerine soyunarak, işin içinden sıyrılma çabalarının sonuçları çok vahim olabilir…
Devleti yönetme gücünü ellerinde bulunduranlar bu hassasiyete büyük özen göstermek zorundadır. Aksi halinde kantar’ın topuzu şaşar, -ki bu asla arzu edilmez- o zaman da pirincin taşını ayıklamak oldukça zor olur…
RTE’nin ve zamanla da AKP ve Zihniyeti kurmaylarının, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı hakkında, AKP’yi kapatma amacıyla açtığı dava konusunda, seviyesiz sözler söylemeleri, sözü söyleyenin politikadaki ve toplumsal terbiyesinin düzeysizliğini gösterdiğini düşünüyorum. Her canı yanan böyle konuşamaz. Onun için, ilk adımlar atıldığında iyi düşünülmesi gerekirdi…
Unutulmamalı ki; ‘Hukuk Bir Gün Herkese Lazım Olacaktır!’.
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
26 Mart 2008 Çarşamba
ŞEHİTLERİN KEMİKLERİ SIZLAMASIN!
Çanakkale Savaşları ve dolaysıyla da Zaferi’nin 93. Yıldönümünü hep birlikte kutladık. Şehitlerimizi ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, bu vesileyle de, bir kez daha andık ve Onlar için dualar ettik…
Söz konusu Savaş esnasında ANZAC olarak adlandırılan Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerin torunlarının bir kısmı da oradaydı. Bizimle birlikte onlar da dua ettiler. Eminiz ki; Mustafa Kemal’i, onlar da büyük bir tutkuyla andı ve ruhuna dualar ettiler. Avustralya’dan gelen bu dostlar, dedelerinin nasıl kullanıldığının bilincine vardıkça; Atatürk’e olan hayranlıklarının bir o kadar daha arttığını söylüyorlar.
Hele, Atatürk’ün, dedeleri için söylediği,
"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar;
Burada bir dost ülkenin topraklarındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Siz Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar:
Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır."
şeklindeki ve tarihe mal olmuş sözleri, onların daha da duygulanmalarına ve Atatürk’e daha çok bağlanmalarına sebep olduğunu dile getiriyorlar.
AKP VE ZİHNİYETİ ÇANAKKELE’Yİ DE KULLANDI
Bu yıl yapılan törenlere Cumhurbaşkanı ve RTE’nin yanı sıra çok sayıda hükümet üyesi ve milletvekilinin de katıldığı görüldü. Ayrıca, yurdun dört bir yanından, çoğunlukla türbanlı ve kimileri de kara çarşaflı olan ve AKP ve Zihniyeti mensubu ve/veya sempatizanı olduğu her hallerinden belli olan binlerce insan, otobüslerle Gelibolu’ya getirildi.
Kalabalığı görünce coşkusu biraz daha artan ve daha da çok gaza gelen RTE, konuştukça coştu, coştukça da konuştu.
Bir ara, ‘Seyit Onbaşı’yı -Seyit Onbaşı- yapan imandır. Haydi buna da laikliğe aykırı desinler’ diye bir söz sarf etti… Bir anlamda kapatma davasına atgıfta bulunarak; Yargı Sistemi’yle alay ediyor görüntüsü verdi…
Gerçekten de; Çanakkale Savaşları’nı kazanan Türk Milleti’nin Milli İmanı, İnancıdır… Buna hiçbir itirazımız yok. Olamaz da! Ancak, İman ve İnanç ayrı, Laiklik ayrı şeylerdir. Birbirlerine karıştırılması, Laikliğin küçümsendiği anlamına gelir… Bunun da laikliğe karşı kullanılıyor olmasının etik olmadığını düşünüyoruz.
RTE’nin, böylesi sözlere, kendince yüklediği anlamlardan medet umar durumda olması; AKP’nin kapatılması için açılan davadan dolayı içinde bulunduğu ruh halinin vehametini göstermektedir… Çünkü, bu Zihniyet, bulduğu her fırsatta Çanakkale Savaşları’nı Evliya ve Enbiyalar’ın kazandığını saçmalamaktadır. Hatta bu konuda hazırlanmış çizgi filmler, yandaş televizyon kanallarında defalarca gösterilmektedir.
Malum Zihniyet, Çanakkale Savaşları’ndan bahsederken; Yarbay Mustafa Kemal’i asla ağızlarına almıyorlar. Gökten inen bulutların düşman taburlarını yok ettiğini bile öyle bir iştah ve inançla anlatıyorlar ki; artık buna saçmalık değil sapkınlık demek daha doğru olur.
Halbuki; Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları hakkında söylediği, ‘Çanakkale Savaşları’nı, Çanakkale Ruhu kazanmıştır’ ifadesi, Mehmetçiğin, vatanı ve namusu için hissettiklerini açıkça ortaya koymakta ve Çanakkale Ruhu’nu da neyin oluşturduğunu gözler önüne sermektedir.
Ancak, amaçları Atatürk ve O’na ait değerleri yok etmek olan malum Zihniyet bunu asla dile getirmez. Tarihi gerçekleri saptırarak, olayı dini motiflere büründürüp, tarihi bile tahrif etmekten kaçınmazlar… Öyle yapmaya halen de devam ediyorlar…
ŞEHİTLERİN KEMİKLERİ SIZLIYOR
RTE’nin, böylesine ulvi ve dünyada bir eşi daha olmayan ve Türk Ulusu’nu Tam Bağımsız Türkiye’ye taşıyan Çanakkale Savaşları’nı ve burada şehit olan 255 bin askerlerimizi, siyasi malzeme yapması, asla etik değildir. Şehitlerimiz üzerinden siyaset yapılmasını anlamak ve hatta okurlara anlatabilmek, inanın bize imkansız gelmektedir…
AKP ve Zihniyeti ve dolaysıyla RTE, Kapatma Davası’nın açılmasının ardından paniklemiş ve ödleri kopmuştur. Telaşlanmış olmaları, saçmalamalarına yol açıyor. Bütün çabaları boşa çıkıyor. Tuttuğu her dal eline geliyor. Sağa sola saldırıp, sataşmaları da buradan gelmektedir. Çünkü, hiçbir ifadeleri ve tavırları samimi ve inandırıcı değil…
Şehit edebiyatı yaptığı, yurdun dört bir yanından getirttiği çarşaflı, peçeli ve türbanlı insanlara, bir kısım militan ruhlu AKP ve Zihniyeti mensuplarınca söylettirilen, ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sözü bir an kulağa hoş geldi. Hepsi o kadar!
Neden mi?
Hemen söyleyelim;
RTE kürsüden üfürürken, kürsü önüne yığılmış olan toplama kitle de; belirli bir odaktan aldığı kumanda ile, önceden belirlenmiş, sloganları bağırıp, çığırırken; meydanın hemen yanındaki turistik eşya büfelerindeki biblolar dikkat çekti. Kameraların bir kısmı oralara yöneldi. Artık, RTE tat vermiyordu…
Bir de ne görsünler?
RTE’nin, imanına sığındığı Seyit Onbaşı’nın biblosunun altında ‘Made in PRC – Çin Halk Cumhuriyeti’nde üretilmiştir’ ifadesi göze çarpmaz mı?
Bu görüntü hepimiz şok etmeye ve oldukça şaşırtmaya yetti de arttı bile…
Ekonomisinin her gün daha iyiye gittiğini söyleyen RTE’nin fiyaskosu ortaya çıkmıştı. Saklanacak hiçbir delik yoktu artık…
Şehidinin biblosunu dahi kendi memleketinde yapamayan ülkenin hangi iyi ekonomisinden bahsediliyor acaba?
Şehitlerin kemikleri üzerine kurulan park yerleri, gezi alanları ve sosyal tesisler bir nebze unutulmuşken; Çanakkale’nin en önemli kahramanlarından Seyit Onbaşı ile Çanakkale Şehitler Abidesi ve daha bir çok tarihi figürün biblolarının Çin’de yapılmış olmasının açığa çıkması; Şehitlerimize ve onların aziz anılarına saygısızlık değildir de nedir?
AKP VE ZİHNİYETİ ROTASINI ŞAŞIRMIŞTIR
Toplumu gerilimden gerilime sürükleyen ve Türk Ulusu’nu, hiçbir haklı gerekçesi olamayacak sudan bahanelerle bölmekten çekinmeyen RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti, iyiden iyiye rotasından çıkmış gemi misali ne yaptığını bilemez duruma düşmüştür…
Siyasi ihtirasların ve yargılanma korkusunun meydana getirdiği bu gidiş, maalesef Ülkeyi ortaçağ karanlığına doğru hızla sürüklemektedir. Bunun yarattığı ruh haliyle ve özellikle RTE başta olmak üzere AKP ve Zihniyeti’nin bir kısım kurmaylarının agresifleşmeleri, zamanla Hukuku Hiçe Sayan Tavır ve Davranışları, Yargı Mensuplarını hedef gösteren sözler sarf etmeleri toplumu iyice gerilime sokmuş ve belki de önü alınamaz olaylara zemin hazırlamıştır.
Mevcut Hukuk Sistemimize ve bugünkü Yargı Mensupları’na hesap vermemek için, ellerindeki hükümet gücünü, Anayasa değiştirmek amacıyla bile kullanacak kadar gözlerini hırs bürümüş bu kitle, bugün hesap vermekten belki de kurtulacaktır. Ancak, Türk Ulusu’na vermeyeceği hesabını, elbet bir gün Tarih Mahkemesi’nde verecektir.
Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın…
CENGİZ ÖNAL 'TARAKÇIOĞLU'
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Söz konusu Savaş esnasında ANZAC olarak adlandırılan Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerin torunlarının bir kısmı da oradaydı. Bizimle birlikte onlar da dua ettiler. Eminiz ki; Mustafa Kemal’i, onlar da büyük bir tutkuyla andı ve ruhuna dualar ettiler. Avustralya’dan gelen bu dostlar, dedelerinin nasıl kullanıldığının bilincine vardıkça; Atatürk’e olan hayranlıklarının bir o kadar daha arttığını söylüyorlar.
Hele, Atatürk’ün, dedeleri için söylediği,
"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar;
Burada bir dost ülkenin topraklarındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Siz Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar:
Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır."
şeklindeki ve tarihe mal olmuş sözleri, onların daha da duygulanmalarına ve Atatürk’e daha çok bağlanmalarına sebep olduğunu dile getiriyorlar.
AKP VE ZİHNİYETİ ÇANAKKELE’Yİ DE KULLANDI
Bu yıl yapılan törenlere Cumhurbaşkanı ve RTE’nin yanı sıra çok sayıda hükümet üyesi ve milletvekilinin de katıldığı görüldü. Ayrıca, yurdun dört bir yanından, çoğunlukla türbanlı ve kimileri de kara çarşaflı olan ve AKP ve Zihniyeti mensubu ve/veya sempatizanı olduğu her hallerinden belli olan binlerce insan, otobüslerle Gelibolu’ya getirildi.
Kalabalığı görünce coşkusu biraz daha artan ve daha da çok gaza gelen RTE, konuştukça coştu, coştukça da konuştu.
Bir ara, ‘Seyit Onbaşı’yı -Seyit Onbaşı- yapan imandır. Haydi buna da laikliğe aykırı desinler’ diye bir söz sarf etti… Bir anlamda kapatma davasına atgıfta bulunarak; Yargı Sistemi’yle alay ediyor görüntüsü verdi…
Gerçekten de; Çanakkale Savaşları’nı kazanan Türk Milleti’nin Milli İmanı, İnancıdır… Buna hiçbir itirazımız yok. Olamaz da! Ancak, İman ve İnanç ayrı, Laiklik ayrı şeylerdir. Birbirlerine karıştırılması, Laikliğin küçümsendiği anlamına gelir… Bunun da laikliğe karşı kullanılıyor olmasının etik olmadığını düşünüyoruz.
RTE’nin, böylesi sözlere, kendince yüklediği anlamlardan medet umar durumda olması; AKP’nin kapatılması için açılan davadan dolayı içinde bulunduğu ruh halinin vehametini göstermektedir… Çünkü, bu Zihniyet, bulduğu her fırsatta Çanakkale Savaşları’nı Evliya ve Enbiyalar’ın kazandığını saçmalamaktadır. Hatta bu konuda hazırlanmış çizgi filmler, yandaş televizyon kanallarında defalarca gösterilmektedir.
Malum Zihniyet, Çanakkale Savaşları’ndan bahsederken; Yarbay Mustafa Kemal’i asla ağızlarına almıyorlar. Gökten inen bulutların düşman taburlarını yok ettiğini bile öyle bir iştah ve inançla anlatıyorlar ki; artık buna saçmalık değil sapkınlık demek daha doğru olur.
Halbuki; Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları hakkında söylediği, ‘Çanakkale Savaşları’nı, Çanakkale Ruhu kazanmıştır’ ifadesi, Mehmetçiğin, vatanı ve namusu için hissettiklerini açıkça ortaya koymakta ve Çanakkale Ruhu’nu da neyin oluşturduğunu gözler önüne sermektedir.
Ancak, amaçları Atatürk ve O’na ait değerleri yok etmek olan malum Zihniyet bunu asla dile getirmez. Tarihi gerçekleri saptırarak, olayı dini motiflere büründürüp, tarihi bile tahrif etmekten kaçınmazlar… Öyle yapmaya halen de devam ediyorlar…
ŞEHİTLERİN KEMİKLERİ SIZLIYOR
RTE’nin, böylesine ulvi ve dünyada bir eşi daha olmayan ve Türk Ulusu’nu Tam Bağımsız Türkiye’ye taşıyan Çanakkale Savaşları’nı ve burada şehit olan 255 bin askerlerimizi, siyasi malzeme yapması, asla etik değildir. Şehitlerimiz üzerinden siyaset yapılmasını anlamak ve hatta okurlara anlatabilmek, inanın bize imkansız gelmektedir…
AKP ve Zihniyeti ve dolaysıyla RTE, Kapatma Davası’nın açılmasının ardından paniklemiş ve ödleri kopmuştur. Telaşlanmış olmaları, saçmalamalarına yol açıyor. Bütün çabaları boşa çıkıyor. Tuttuğu her dal eline geliyor. Sağa sola saldırıp, sataşmaları da buradan gelmektedir. Çünkü, hiçbir ifadeleri ve tavırları samimi ve inandırıcı değil…
Şehit edebiyatı yaptığı, yurdun dört bir yanından getirttiği çarşaflı, peçeli ve türbanlı insanlara, bir kısım militan ruhlu AKP ve Zihniyeti mensuplarınca söylettirilen, ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sözü bir an kulağa hoş geldi. Hepsi o kadar!
Neden mi?
Hemen söyleyelim;
RTE kürsüden üfürürken, kürsü önüne yığılmış olan toplama kitle de; belirli bir odaktan aldığı kumanda ile, önceden belirlenmiş, sloganları bağırıp, çığırırken; meydanın hemen yanındaki turistik eşya büfelerindeki biblolar dikkat çekti. Kameraların bir kısmı oralara yöneldi. Artık, RTE tat vermiyordu…
Bir de ne görsünler?
RTE’nin, imanına sığındığı Seyit Onbaşı’nın biblosunun altında ‘Made in PRC – Çin Halk Cumhuriyeti’nde üretilmiştir’ ifadesi göze çarpmaz mı?
Bu görüntü hepimiz şok etmeye ve oldukça şaşırtmaya yetti de arttı bile…
Ekonomisinin her gün daha iyiye gittiğini söyleyen RTE’nin fiyaskosu ortaya çıkmıştı. Saklanacak hiçbir delik yoktu artık…
Şehidinin biblosunu dahi kendi memleketinde yapamayan ülkenin hangi iyi ekonomisinden bahsediliyor acaba?
Şehitlerin kemikleri üzerine kurulan park yerleri, gezi alanları ve sosyal tesisler bir nebze unutulmuşken; Çanakkale’nin en önemli kahramanlarından Seyit Onbaşı ile Çanakkale Şehitler Abidesi ve daha bir çok tarihi figürün biblolarının Çin’de yapılmış olmasının açığa çıkması; Şehitlerimize ve onların aziz anılarına saygısızlık değildir de nedir?
AKP VE ZİHNİYETİ ROTASINI ŞAŞIRMIŞTIR
Toplumu gerilimden gerilime sürükleyen ve Türk Ulusu’nu, hiçbir haklı gerekçesi olamayacak sudan bahanelerle bölmekten çekinmeyen RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti, iyiden iyiye rotasından çıkmış gemi misali ne yaptığını bilemez duruma düşmüştür…
Siyasi ihtirasların ve yargılanma korkusunun meydana getirdiği bu gidiş, maalesef Ülkeyi ortaçağ karanlığına doğru hızla sürüklemektedir. Bunun yarattığı ruh haliyle ve özellikle RTE başta olmak üzere AKP ve Zihniyeti’nin bir kısım kurmaylarının agresifleşmeleri, zamanla Hukuku Hiçe Sayan Tavır ve Davranışları, Yargı Mensuplarını hedef gösteren sözler sarf etmeleri toplumu iyice gerilime sokmuş ve belki de önü alınamaz olaylara zemin hazırlamıştır.
Mevcut Hukuk Sistemimize ve bugünkü Yargı Mensupları’na hesap vermemek için, ellerindeki hükümet gücünü, Anayasa değiştirmek amacıyla bile kullanacak kadar gözlerini hırs bürümüş bu kitle, bugün hesap vermekten belki de kurtulacaktır. Ancak, Türk Ulusu’na vermeyeceği hesabını, elbet bir gün Tarih Mahkemesi’nde verecektir.
Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın…
CENGİZ ÖNAL 'TARAKÇIOĞLU'
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
24 Mart 2008 Pazartesi
‘KARANLIK BAZI GÜÇLER’
Eski solcu ve hızlı devrimci ve bir zamanlar sol gençliğin önder isimlerinden Ertuğrul GÜNAY, devşirilerek AKP ve Zihniyeti listesinden 22 Temmuz Seçimleri’ne sokulmuş ve bugün de RTE’nin himmetinden nasiplenenlerden olmuştur.
Nasıl nasiplenmiştir?
Medyaya yansıdığı kadarından öğrenebildiğimize göre; AKP ve Zihniyeti’nin önemli oy potansiyelinin olduğu bilinen İstanbul Üsküdar’dan, yani RTE’nin de seçime girdiği bölgeden, listenin 2. sırasına konularak milletvekili seçtirilmiştir.
Himmet’te bununla da kifayet olunmamış; bu dönemki AKP ve Zihniyeti iktidarında Kültür ve Turizm Bakanlığı koltuğuna oturtulmuştur.
Bu ilişki yumağı ve zincirindeki güçlerin aydınlık mı, yoksa karanlık mı olduğunun takdirini okurlarımıza bırakıyorum…
***
Gelelim bu muhteremin yaptıklarına…
Hükümetin, kurulduğundan buyana, Bakan olarak Günay’ın ciddi anlamda bir faaliyeti görülmemekle beraber; zamanla, kökten AKP ve Zihniyeti’nden olanlara bile taş çıkartırcasına açıklamalarda bulunmasına artık alıştık.
Yakışıklı olması, Karadenizli olmasının getirdiği esprili yanı ve yıllardır, Atatürk’ün kurduğu CHP içinde siyaset yapmış olmasının da edindirdiği tecrübe ile AKP ve Zihniyeti içinde hiç de zorlanmadı. Bu özelliğinin fark edilmesi üzerine; televizyon kanalları, ekrana çıkarmak için, peşinden koştu ve başardılar da… Bu gerçeği görmezden gelemeyiz.
Günay da; maşallah hiçbir teklifi geri çevirmeden, kendisine yüklenen misyonun gereklerini bir güzel yaptı. Halen de yapıyor… Sayesinde, devşirme eski bir solcu ve devrimcinin, nasıl oluyor da RTE’nin hemen dizinin dibinde Ilımlı İslam Modeli’nin keskin savunucularından birisi olduğunu ve buldukları her uygun fırsatta Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’e karşı durduğunu hep birlikte izliyor ve görüyoruz…
***
Ancak, son günlere, dava arkadaşlarının ifadesiyle, saflar netleşmeye başlayınca; Günay’ın da tavrında sert söylemler öne çıktı.
Bunlardan en son örnek; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, AKP’nin kapatılması hakkında dava açmasıyla yaşandı. Beyefendi basına yaptığı açıklamada; söz konusu davanın, ‘Karanlık Bazı Güçler’ in zorlamasıyla, hatta ‘Ergenekon soruşturmasına karşı açıldığını…’ öne sürmüşler…
AKP ve Zihniyeti’nin büyük başarıyla, devşirmeyle bünyesine kattığı bu eski solcu ve hızlı devrimcinin, bir dönem Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Genel Sekreterliği’ni yapmış olması ne kadar acı öyle değil mi?
Bunları, CHP’yi savunmak amacıyla söylemiyorum. Polemiğe de girmek istemiyorum. Ama, en azından CHP yönetiminin, geçmişteki görevi itibariyle, böyle birisinin partide kalabilmesini başarmalıydı diye düşünüyorum. Hiç değilse; böylesi bir devşirme olayı yaşanmazdı…
***
Ertuğrul Özkök, 19 Mart 2008 günkü Hürriyet’teki yazısında; AKP ve Zihniyeti Grup Başkanlığı’nın, anılan ifadeyi yalanladığını ve dolaysıyla bu hukuk dışı ve mantıksız sözlerin sorumluluğunun Ertuğrul Günay’ın belagat sanatına kalmasının iyi olduğunu yazması, olayın hangi boyutlarda değerlendirildiğinin bir kez daha tescilidir…
Ergenekon Davası’nın da; hukuksal sürecin başlamış olmasına duyduğum saygının gereği olarak, hiçbir şekilde yorumlamasına girmeyeceğim.
Ancak, Günay’ın, sözlerindeki ‘Karanlık Bazı Güçler’ den kasıt, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış ve Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na, özde bağlı olanlar ise; kendisini kınadığımı büyük bir yüreklilikle haykırıyorum…
Laik Cumhuriyet’i korumak ve yaşatmak için verilen mücadeleyi, dışarıdan veya içeriden, hiç kimse ve hiçbir güç odağı ‘Karanlık Bazı Güçler’ olarak tanımlayamaz. Bu hadlerine değildir…
Anadolu’da söylendiği gibi, ‘Kem söz sahibine aittir!’
***
Fazla şaşırmamak gerekir… Söz konusu olan ve bir kısım söylemlerin kaynağı, bir şekilde AKP ve Zihniyeti ise; geçmişte söylenenler de hatırlandığında; artık yadırgamıyorum…
Nedense alıştık! Çünkü bu Zihniyet’in amacının ne olduğu gizlenmiyor. Yapılan takiyyelerin oldukça sık olması samimi olmadıklarının açık kanıtıdır.
Ancak; AKP ve Zihniyeti içindeki bir kısım sivri dillilerin bugüne değin saçmaladıkları; Atatürk Gençliği olarak, Bizleri asla yıldıramayacaktır!
Mücadelemiz; son Atatürkçü toprağa düşünceye dek sürdürülecektir.
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Nasıl nasiplenmiştir?
Medyaya yansıdığı kadarından öğrenebildiğimize göre; AKP ve Zihniyeti’nin önemli oy potansiyelinin olduğu bilinen İstanbul Üsküdar’dan, yani RTE’nin de seçime girdiği bölgeden, listenin 2. sırasına konularak milletvekili seçtirilmiştir.
Himmet’te bununla da kifayet olunmamış; bu dönemki AKP ve Zihniyeti iktidarında Kültür ve Turizm Bakanlığı koltuğuna oturtulmuştur.
Bu ilişki yumağı ve zincirindeki güçlerin aydınlık mı, yoksa karanlık mı olduğunun takdirini okurlarımıza bırakıyorum…
***
Gelelim bu muhteremin yaptıklarına…
Hükümetin, kurulduğundan buyana, Bakan olarak Günay’ın ciddi anlamda bir faaliyeti görülmemekle beraber; zamanla, kökten AKP ve Zihniyeti’nden olanlara bile taş çıkartırcasına açıklamalarda bulunmasına artık alıştık.
Yakışıklı olması, Karadenizli olmasının getirdiği esprili yanı ve yıllardır, Atatürk’ün kurduğu CHP içinde siyaset yapmış olmasının da edindirdiği tecrübe ile AKP ve Zihniyeti içinde hiç de zorlanmadı. Bu özelliğinin fark edilmesi üzerine; televizyon kanalları, ekrana çıkarmak için, peşinden koştu ve başardılar da… Bu gerçeği görmezden gelemeyiz.
Günay da; maşallah hiçbir teklifi geri çevirmeden, kendisine yüklenen misyonun gereklerini bir güzel yaptı. Halen de yapıyor… Sayesinde, devşirme eski bir solcu ve devrimcinin, nasıl oluyor da RTE’nin hemen dizinin dibinde Ilımlı İslam Modeli’nin keskin savunucularından birisi olduğunu ve buldukları her uygun fırsatta Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’e karşı durduğunu hep birlikte izliyor ve görüyoruz…
***
Ancak, son günlere, dava arkadaşlarının ifadesiyle, saflar netleşmeye başlayınca; Günay’ın da tavrında sert söylemler öne çıktı.
Bunlardan en son örnek; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, AKP’nin kapatılması hakkında dava açmasıyla yaşandı. Beyefendi basına yaptığı açıklamada; söz konusu davanın, ‘Karanlık Bazı Güçler’ in zorlamasıyla, hatta ‘Ergenekon soruşturmasına karşı açıldığını…’ öne sürmüşler…
AKP ve Zihniyeti’nin büyük başarıyla, devşirmeyle bünyesine kattığı bu eski solcu ve hızlı devrimcinin, bir dönem Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Genel Sekreterliği’ni yapmış olması ne kadar acı öyle değil mi?
Bunları, CHP’yi savunmak amacıyla söylemiyorum. Polemiğe de girmek istemiyorum. Ama, en azından CHP yönetiminin, geçmişteki görevi itibariyle, böyle birisinin partide kalabilmesini başarmalıydı diye düşünüyorum. Hiç değilse; böylesi bir devşirme olayı yaşanmazdı…
***
Ertuğrul Özkök, 19 Mart 2008 günkü Hürriyet’teki yazısında; AKP ve Zihniyeti Grup Başkanlığı’nın, anılan ifadeyi yalanladığını ve dolaysıyla bu hukuk dışı ve mantıksız sözlerin sorumluluğunun Ertuğrul Günay’ın belagat sanatına kalmasının iyi olduğunu yazması, olayın hangi boyutlarda değerlendirildiğinin bir kez daha tescilidir…
Ergenekon Davası’nın da; hukuksal sürecin başlamış olmasına duyduğum saygının gereği olarak, hiçbir şekilde yorumlamasına girmeyeceğim.
Ancak, Günay’ın, sözlerindeki ‘Karanlık Bazı Güçler’ den kasıt, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış ve Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na, özde bağlı olanlar ise; kendisini kınadığımı büyük bir yüreklilikle haykırıyorum…
Laik Cumhuriyet’i korumak ve yaşatmak için verilen mücadeleyi, dışarıdan veya içeriden, hiç kimse ve hiçbir güç odağı ‘Karanlık Bazı Güçler’ olarak tanımlayamaz. Bu hadlerine değildir…
Anadolu’da söylendiği gibi, ‘Kem söz sahibine aittir!’
***
Fazla şaşırmamak gerekir… Söz konusu olan ve bir kısım söylemlerin kaynağı, bir şekilde AKP ve Zihniyeti ise; geçmişte söylenenler de hatırlandığında; artık yadırgamıyorum…
Nedense alıştık! Çünkü bu Zihniyet’in amacının ne olduğu gizlenmiyor. Yapılan takiyyelerin oldukça sık olması samimi olmadıklarının açık kanıtıdır.
Ancak; AKP ve Zihniyeti içindeki bir kısım sivri dillilerin bugüne değin saçmaladıkları; Atatürk Gençliği olarak, Bizleri asla yıldıramayacaktır!
Mücadelemiz; son Atatürkçü toprağa düşünceye dek sürdürülecektir.
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
21 Mart 2008 Cuma
TESLİMİYET’TE SON AŞAMA MI?
Irak’ın kuzeyi konusundaki gelişmeler hepimizin gözleri önünde cereyan etmektedir. İşin ucu oldukça gerilere dayanır.
Hatırlamaya çalışalım; Genelkurmay Başkanlığı, çok önceden, terörle mücadelenin top yekün yapılması gerektiğini defalarca vurgulamış, ancak, siyasi otoriteden arzu edilen desteği göremediği gibi; gereksiz polemiklerin de ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştu…
Sonunda, 2007 yılının ilk aylarında Org. Yaşar BÜYÜKANIT, siyasi otoritenin Irak’ın kuzeyine yapılacak bir operasyon konusunda yetki vermesinin zorunluluğunu dile getirdi. Bir müddet sonra da; adeta Türk Ulusu’na bir çağrı niteliği içeren Basın Açıklaması’nda; Bölücü Terörle mücadelenin çok yönlü ve topyekün yapılmasının gerekliliği, altını çizerek belirtti…
Ancak, AKP ve Zihniyeti iktidarı bütün bu serzenişler karşısında, hep topu taça atmayı tercih etti. Bunu defalarca dile getirdik. Sanki, Bölücü Teröre dokunulmasını istemiyor gibi bir görüntü sergileniyor havası yayılmıştı ortalığa…
SEÇİM ATMOSFERİ HEYECANI
Mayıs-2007 ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşmış ve dolaysıyla da başta RTE olmak üzere AKP ve Zihniyeti’ni bir panik havası kaplamıştı. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki belirsizlik sürüyor ve bölücü terör ve hainlerle yapılması zorunlu olan sınır ötesi operasyon da; doğal olarak, ertelenmiş oluyordu. Toplum da; Devletin kurumları arasındaki bu durumdan rahatsız olmuş ve gerilim had safhaya ulaşmıştı.
AKP ve Zihniyeti iktidarı, oluşan seçim atmosferini lehine çevirmenin yollarını ararken; bölücü terörü ve yapılacak sınır ötesi operasyonu, bilmem kaçıncı sıraya itelemiş, varsa yoksa Cumhurbaşkanlığı’na AKP ve Zihniyeti içinden birisini seçtirme derdine düşmüştü.
Yapılan açıklamalar, mevcut sorunları çözmeye yönelik olmadığı gibi; verilen mesajlar var olan gerginliği daha da tırmandırıyor ve toplumda kutuplaşmalar kendini göstermeye başlıyordu. Gerilimi ortadan kaldırmaya, Cumhurbaşkanlığı seçimi münasebetiyle yapılan renkli ve sözde iddialı sözler de yetmiyordu…
Bilinenler gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamadı, Meclis Erken Genel Seçim kararı aldı.
YENİ BİR DÖNEM
22 Temmuz seçimleri yapıldı ve malum sonuç, AKP ve Zihniyeti tek başına götürdüğü iktidarı devam ettirme yetkisini Millet’ten bir şekilde aldı. Hiç kimsenin tahmin etmedikleri oldu. Kendileri bile sonuçlara şaşırdılar.
Sonuçlara itiraz edildi. AKP ve Zihniyeti’nin, seçimlere, her seçim mahallinde %25 hazır oyla başladığı iddiaları ortaya atıldı. Yüksek Seçim Kurulu, sözüm ona, iddiaları araştırdığını ve herhangi bir hilenin söz konusu olmadığını söyledi. Yasalar gereği bu Kurum kararları mahkemeye götürülemediği için; söyledikleri olduğu gibi kabullenilmek zorunda kalındı…
O günden beri bir garipliktir ki; kendini daha çok hissettirdi. AKP ve Zihniyeti’nin arkasındaki ABD ve AB desteğinin daha aleni hale geldiği görülmeye başlandı. Doğal olarak da RTE ile AKP ve Zihniyeti, baş edilemez bir hal aldılar… Cumhurbaşkanı’nı da AKP ve Zihniyeti içinden seçtirmeyi başardılar. Özellikle AB’nin istediği yasalar peş peşe çıkarılmaya başlandı. Seçimden sonra bile; bölücü terör ve hainlerle mücadele konusunda siyasi bir kararlılık ortaya konulamadı…
TEZKERE ÇIKARILIYOR
Bir müddet sonra, Meclis’ten sınır ötesi operasyon için Tezkere çıkarıldı. Ancak, Tezkere’ye dayalı Yetki, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir türlü verilemedi.
Öncelikle RTE’nin, ABD gezisine çıkacağı söylenmeye başlandı. ABD ilgilileri ilk talepte randevu vermemiş olacaklar ki; birinci gezinin adı, ‘Torun Görme Gezisi’ olarak değerlendirildi. Fazla zaman geçmeden ABD’den beklenen randevu geldi ve RTE, kısa bir süre sonra ABD’ye yeniden gitti ve Bush ile görüştü. Geldikten sonra, kasıtlı olarak bir müddet sürüncemede bırakılan TSK’nın Yetki konusu, Tezkere’nin çıkarılmasından yaklaşık bir ay sonra Genelkurmay Başkanlığı’na ulaştırılabildi… Bu arada yapılan polemikler yazılamayacak kadar çoktu…
KARA HAREKATI
Yetkinin alınmasından sonra, öncelikle Irak’ın kuzeyindeki bölücü terör ve hainlerin inlerine hava operasyonları yapılmaya başlandı. Bir yandan da; ABD’nin operasyona sağladığı destek Türk Ulusu’na anlatılarak, toplumun Milliyetçilik hisleri bastırılmaya çalışılıyor ve ABD’ye karşı oluşan düşmanca tavırların ortadan kaldırılması hedefleniyordu…
Aklı başında insanlarımızın, oynanan büyük oyunun sonuçlarını görür gibi olmalarının yanında, insanlarımızın bir kısmı ise; kendini, işbirlikçi medyanın verdiği gaza kaptırmış, suya düşmüş kütükler misali akıntıyla gidip duruyorlardı…
Yapılan operasyonların boşuna olduğu, ordunun başaramadığı ve gereksiz yere gürültüler çıkarıldığı, dağın taşın ve mağaraların boşuna bombalandığı gibi konular söylenmeye başlanarak, Türk Ulusu’nun Ordusu’yla arasında var olan bağ zedelenmeye çalışılıyordu.
Bu konuda epey de mesafe alındı gibi… Toplum, tam anlamıyla olup / biteni kavrayamamıştı…
TALABANİ’NİN MALUM ZİYARETİ
Olaylar ve yapılmak istenenler yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu. Düne kadar Türkiye Cumhuriyeti’yle alay eden, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ankara’ya Davetiy’le ilgili ilk teklifini geri çevirip, Bağdat’a gönderilen bir Heyet’teki Başbakanlık Danışmanı’nın teklifi yinelemesi üzerine daveti kabul eden Talabani Nankörü, Ankara’ya önemli mesajlarla gelmişti…
Kısaca ve özetle söylemek gerekirse; Talabani, Türkiye’deki bir kısım medya mensubunun da sıkça dillendirdiği gibi; Barzani ile görüşülmesi ve hainlerle el sıkışılmasının, bölge huzuru açısından gerekli olduğunu söyledi. Bunlar, ABD’den son zamanlarda gelen etkili ve yetkili kişilerin ve bir kısım ABD’li generallerin zamanla söyledikleriyle bire bir örtüşüyordu…
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esasları unutulmuş, ABD’nin talimatları ve kurgulamasıyla ortaya konulmaya çalışılan plan, hainler ve işbirlikçilerin gayretleriyle Atatürk Gençliği’ne kabul ettirilmek isteniyordu. Atatürk ve O’na ait bütün değerlerden rahatsız olan Laik Cumhuriyet karşıtları ile işbirlikçi hainler birlik olmuşlar, ABD’nin kurguladığı senaryonun yüklediği rollerin gereğini yapmaya çalışıyorlar…
Hep birlikte RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti’nin tavrı beklenirken; fazla beklemeye gerek kalmadı… RTE, geçen haftaki grup toplantısında, sorunun ekonomik, siyasi ve kültürel çözümlerinin bir an evvel sağlanması gerektiğini söyledi. Bir tek, geçmişte bir-kaç kez söylediği, ‘Kürt Sorunu’ demedi sadece… Bari bunu da deseydi…
Çoğunluk farkına varmıyor olabilir ancak; verdiği mesajlar oldukça anlamlı ve düşündürücüydü.
DEVLET VE HÜKÜMET DEVREDE
RTE’nin zamanla , ‘Terör Örgütü’nün Siyasi Uzantısı’ diye nitelendirdiği DTP’li milletvekilleri, açıklamalarını daha da sert ve net olarak söylemeye başlamışlar ve Meclis çatısı altında ‘Kürt Bölgesi’ gibi laflar etmeye başlamışlardı.
Bir yandan da DTP’li Ahmet Türk, RTE’den randevu istemiş, Başbakan Yardımcısı’na yönlendirilmiş ve Cemil Çiçek’le, AKP ve Zihniyeti iktidarı adına konuşmuştu. Arkasından, Çankaya’ya çıkmış ve Cumhurbaşkanı’yla da görüştü…
DTP’nin, terör örgütünün siyasi uzantısı olduğunu söyleyen hükümet hangi gerekçeyle Ahmet Türk’le görüştü merak ediliyor… Görüşmede medyaya açıklanmayan nelerin pazarlığı yapıldı?
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Cumhurbaşkanı, hükümetin terörün siyasi uzantısı dediği kişi ve kuruluşlarla nasıl oldu da masaya oturdu? Bu yapılanların Atatürk Türkiyesi’yle bağdaşması mümkün mü?
ABD İSTEDİ, OLDU
Planı, çok önceden ABD yapmış ve uygulama zamanını beklemişti. O zaman gelmişti ki; dün ‘Ak’ deyip, bugün ‘Kara’ diyenler, emperyalizmin arzularını birer ikişer yerine getirmeye başladılar. Türkiye, ABD’nin talimatlarıyla yönetilir bir hal aldı… AB de, araya arzu ve taleplerini sıkıştırmaktan geri durmuyor.
RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti, iktidara getirilmiş olmasının himmetini, Türkiye’yi emperyalizmin kucağına atarak ödemeye çalışıyor.
Bu Teslimiyet’ten bile beter bir şey… İnsanın kendi topraklarını, aldığı üç-beş oy neticesinde bir şekilde iktidara getirilmiş olmasının bedeli olarak peşkeş çekiyor olmasını anlamanın hiçbir mantığı olamaz!
RTE ve hükümetinin, iktidarları süresince yapmaya çalıştıkları, Teslimiyet’te Son Aşama mı? Diye düşünmeden edemiyoruz…
Genelde sessiz kalan Türk Ulusu bu değerlendirmeyi bir an evvel yapmalıdır. Aksi taktirde; Ülkemiz’e sahip çıkmamanın faturasını, hep birlikte ve çok acı olarak ödememiz işten bile değil…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
19 Mart 2008 Çarşamba
ABD İLE AKP VE ZİHNİYETİ'NİN GÜNEYDOĞU OYUNU
Ulusal Medya’ya etmediğini bırakmayan, her fırsatta tersleyen ve azarlayan RTE, konu ABD medyası olduğunda; tahmin edilemeyecek derecede yumuşuyor, gevşiyor ve adeta ağzından nezaket akıyor…
RTE, NewYork Times Gazetesi’yle bir söyleşi yapmış. Bizim medya mensupları, bu söyleşinin öncelikle şeklinden, sonra da içeriğinden öylesine etkilenmiş ki; geçen haftanın sonuna doğru, gazete ve televizyonların her birinde, bu konu haber olarak yerini aldı.
Her basın mensubu, muhtemelen söyleşinin şekline duyduğu öz olacak ki; olayı oldukça ballandırarak anlattı. Belki birkaç kişi, AKP ve Zihniyeti’ne ve dolaysıyla RTE’ye olan yakınlığı münasebetiyle ve her istediğinde rahatça, azarlanmadan ve terslenmeden görüşebildiği için, haberi sıradanmış gibi verdi. Bu gazetecileri merak edenler, Talabani geldiğinde Çankaya’daki yemeğe hangi gazetecilerin katıldığına baksınlar…
BÖLGE İÇİN ÖNEMLİ ADIM
RTE, söz konusu söyleşi esnasında, Kürtçe TV kanalının açılacağını, anılan kanalda Farsça ve Arapça yayınlar da olacağını dile getirerek, bunun, ‘Bölge için kültürel hakların sağlanması konusunda en önemli adım olacağını…’ vurgulamış.
AKP ve Zihniyeti’nin, yaklaşık olarak 6 yıldan buyana iktidarda oldukları gerçeği göz önünde bulundurularak, Ülkemiz’in Güneydoğu Bölgesi’ne yatırım yapma konusunda, RTE’nin aklı başına şimdi mi? geldi diye sormadan edemeyeceğiz…
Kürtçe TV’nin bir ay gibi kısa bir zaman içinde yayına girebileceğini söyleyen RTE, anılan gazetenin muhabirine, Güneydoğu yatırım hamlesi konusunda teferruatlı açıklamada bulunmuş…
12 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM
Yakın zamana kadar Güneydoğu yatırımı, değil gündeme gelsin; ağıza bile alınmazken; Irak’ın kuzeyine yapılan kara harekatının hemen arkasından ortaya atılan, hem de ABD’nin önde gelen gazetesine verilen bu söyleşide bir gariplik hissediliyor.
Nasıl ve Neden mi?
Şunun için: AKP ve Zihniyeti’nin, yaklaşık 6 yıllık iktidarı süresince, seçime yakın tarihlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tahsis ettiği araç ve malzemeyle yapılan göstermelik asfalt çalışmalarının dışında; Güneydoğu’daki hangi il veya ilçeye tek bir adet çivi çaktığı görülmüştür?
İçinde bulunduğumuz günlerden birkaç hafta geriye doğru gidildiğinde; ulaşılamayan ilçeler ve yolları uzun süre açılamayan iller varken, bugünkü cömertliğin altında, siz olsanız, gariplik aramaz mısınız?
Dile ne kadar güzel geliyor: Bölgeye 12 milyar dolarlık yatırım… Hem de beş yıla yayılmış… Yani beş yıl süresince, ne yapılacak ne edilecek, o 12 milyar dolar para bölgeye harcanarak yatırım yapılacak…
Anadolu’da söylendiği gibi; Duy! Da İnanma! Çünkü inanılacak hiçbir mantıklı yan görülmüyor.
AKP ve Zihniyeti ve dolaysıyla da RTE, takiyyeleriyle tanınmaktadır…
YENİ BİR OYUN DAHA
Olayın gerçek yüzüne gelelim…
ABD, çok önceden planladığı projesini adım adım uygulamaya koymuştur. Israrla da uygulamayı sürdürmektedir. Bölge’de aradığı figüranları da bulmuştur. Türkiye’de görevlendirdikleri konusunda ise; hiç zorlanmamıştır…
RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti iktidarı da kullanılan siyasi güçten başka hiçbir şey değildir.
Kullanılmak işlerine geliyor. Çünkü, ağababaları, yıllardır ABD’de emrine amade kılınan çiftlikte ve özel devlet koruması altında krallar gibi yaşıyor. Habire de, kendisine ABD’de dikte ettirilenleri bir şekilde talimata çevirerek Türkiye’deki misyonu üstlenmiş olanlara gönderiyor…
Bir başka gerekçe de; hepimiz biliyor ve zamanla da dile getiriyoruz ki; AKP ve Zihniyeti iktidarı, muhalefetin en zayıf olduğu bir anını yakalayarak, Yerel Seçimleri, bu yılın güz aylarında yapacağını açıklayacaktır. Her ne kadar yeni oluşturulan ilçeler yasası seçime engel gibi gözüküyor olsa bile; buna uygun kılıf bulmakta AKP ve Zihniyeti’nin eline su dökülemeyeceği malum…
İşte bu 12 milyar dolarlık para Güneydoğu’nun oyları için, Anadolu söylemiyle, ‘Bulunmaz Hint Kumaşı’ gibi… Böyle bir dönemde, bu kadar yüksek bir desteği kim kime sağlayabilir ki? Üstelik, plan oldukça iyi kurgulanmış. Yatırım 5 yılda tamamlanacakmış…
Sizin anlayacağınız, işe başlanır gibi yapılacak, seçimlerde alınan sonuçların ardından, eğer elde para kaldıysa başka yerlerde harcanacak… Biz bu ve benzeri filmleri kaç kez izledik biliyor musunuz?
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
RTE, NewYork Times Gazetesi’yle bir söyleşi yapmış. Bizim medya mensupları, bu söyleşinin öncelikle şeklinden, sonra da içeriğinden öylesine etkilenmiş ki; geçen haftanın sonuna doğru, gazete ve televizyonların her birinde, bu konu haber olarak yerini aldı.
Her basın mensubu, muhtemelen söyleşinin şekline duyduğu öz olacak ki; olayı oldukça ballandırarak anlattı. Belki birkaç kişi, AKP ve Zihniyeti’ne ve dolaysıyla RTE’ye olan yakınlığı münasebetiyle ve her istediğinde rahatça, azarlanmadan ve terslenmeden görüşebildiği için, haberi sıradanmış gibi verdi. Bu gazetecileri merak edenler, Talabani geldiğinde Çankaya’daki yemeğe hangi gazetecilerin katıldığına baksınlar…
BÖLGE İÇİN ÖNEMLİ ADIM
RTE, söz konusu söyleşi esnasında, Kürtçe TV kanalının açılacağını, anılan kanalda Farsça ve Arapça yayınlar da olacağını dile getirerek, bunun, ‘Bölge için kültürel hakların sağlanması konusunda en önemli adım olacağını…’ vurgulamış.
AKP ve Zihniyeti’nin, yaklaşık olarak 6 yıldan buyana iktidarda oldukları gerçeği göz önünde bulundurularak, Ülkemiz’in Güneydoğu Bölgesi’ne yatırım yapma konusunda, RTE’nin aklı başına şimdi mi? geldi diye sormadan edemeyeceğiz…
Kürtçe TV’nin bir ay gibi kısa bir zaman içinde yayına girebileceğini söyleyen RTE, anılan gazetenin muhabirine, Güneydoğu yatırım hamlesi konusunda teferruatlı açıklamada bulunmuş…
12 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM
Yakın zamana kadar Güneydoğu yatırımı, değil gündeme gelsin; ağıza bile alınmazken; Irak’ın kuzeyine yapılan kara harekatının hemen arkasından ortaya atılan, hem de ABD’nin önde gelen gazetesine verilen bu söyleşide bir gariplik hissediliyor.
Nasıl ve Neden mi?
Şunun için: AKP ve Zihniyeti’nin, yaklaşık 6 yıllık iktidarı süresince, seçime yakın tarihlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tahsis ettiği araç ve malzemeyle yapılan göstermelik asfalt çalışmalarının dışında; Güneydoğu’daki hangi il veya ilçeye tek bir adet çivi çaktığı görülmüştür?
İçinde bulunduğumuz günlerden birkaç hafta geriye doğru gidildiğinde; ulaşılamayan ilçeler ve yolları uzun süre açılamayan iller varken, bugünkü cömertliğin altında, siz olsanız, gariplik aramaz mısınız?
Dile ne kadar güzel geliyor: Bölgeye 12 milyar dolarlık yatırım… Hem de beş yıla yayılmış… Yani beş yıl süresince, ne yapılacak ne edilecek, o 12 milyar dolar para bölgeye harcanarak yatırım yapılacak…
Anadolu’da söylendiği gibi; Duy! Da İnanma! Çünkü inanılacak hiçbir mantıklı yan görülmüyor.
AKP ve Zihniyeti ve dolaysıyla da RTE, takiyyeleriyle tanınmaktadır…
YENİ BİR OYUN DAHA
Olayın gerçek yüzüne gelelim…
ABD, çok önceden planladığı projesini adım adım uygulamaya koymuştur. Israrla da uygulamayı sürdürmektedir. Bölge’de aradığı figüranları da bulmuştur. Türkiye’de görevlendirdikleri konusunda ise; hiç zorlanmamıştır…
RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti iktidarı da kullanılan siyasi güçten başka hiçbir şey değildir.
Kullanılmak işlerine geliyor. Çünkü, ağababaları, yıllardır ABD’de emrine amade kılınan çiftlikte ve özel devlet koruması altında krallar gibi yaşıyor. Habire de, kendisine ABD’de dikte ettirilenleri bir şekilde talimata çevirerek Türkiye’deki misyonu üstlenmiş olanlara gönderiyor…
Bir başka gerekçe de; hepimiz biliyor ve zamanla da dile getiriyoruz ki; AKP ve Zihniyeti iktidarı, muhalefetin en zayıf olduğu bir anını yakalayarak, Yerel Seçimleri, bu yılın güz aylarında yapacağını açıklayacaktır. Her ne kadar yeni oluşturulan ilçeler yasası seçime engel gibi gözüküyor olsa bile; buna uygun kılıf bulmakta AKP ve Zihniyeti’nin eline su dökülemeyeceği malum…
İşte bu 12 milyar dolarlık para Güneydoğu’nun oyları için, Anadolu söylemiyle, ‘Bulunmaz Hint Kumaşı’ gibi… Böyle bir dönemde, bu kadar yüksek bir desteği kim kime sağlayabilir ki? Üstelik, plan oldukça iyi kurgulanmış. Yatırım 5 yılda tamamlanacakmış…
Sizin anlayacağınız, işe başlanır gibi yapılacak, seçimlerde alınan sonuçların ardından, eğer elde para kaldıysa başka yerlerde harcanacak… Biz bu ve benzeri filmleri kaç kez izledik biliyor musunuz?
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
17 Mart 2008 Pazartesi
ÇANAKKALE RUHU
Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasında çok önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları, Türk Tarihi için olduğu kadar; Dünya Tarihi için de oldukça önemli bir mihenk taşı olarak kabul edilir.
Çanakkale Savaşları’nda, Mehmetçiğin olağan üstü gayret ve bugünkü Ordumuz’un çekirdeğini oluşturan Komutanlar’ın ise büyük bir sabır göstererek ulaştıkları Zafer’in altında yatan en önemli gerçek; Çanakkale Ruhu’dur. Bu nitelik ve özellik, dünyanın başka hiçbir milletinde yoktur.
Çanakkale hakkında bugüne değin, gerek yabancı, gerekse bizim medyamızda çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tarihçilerimiz, gerçekleri olabildiğince Türk Ulusu’na sunmaya çalışmışlardır. Ancak, bütün dünyanın saygıyla söz ettiği Çanakkale Savaşları ve Mustafa Kemal komutasındaki Mehmetçiklerin zaferini özetlemek istersek şu gerçekler çıkar önümüze:
Çanakkale; Osmanlı’nın son döneminde, Anadolu topraklarına sahip olabilmek için her türlü insanlık dışı faaliyette bulunabilecek kararlılıkta olan ve gözünü hırs bürümüş emperyalist güçlere, Anadolu Aslanları olarak nitelendirilebilecek Mehmetçiğin indirdiği bir tokattır.
Çanakkale; Anadolu İnsanı için, yeniden dirilişin bir destanıdır.
Çanakkale; Türk Milleti’nin, insani vasıflarını yitirmiş hain ve gözü dönmüş canilere karşı bir haykırıştır.
Çanakkale; İnsan vücudu parçalarının havada uçuştuğu, derelerin adeta kan olup aktığı, toprağın şehit kanıyla ıslandığı, acının ve onurun, vatan ve millet sevgisinin, iman ve inancın, tarihin altın sayfalarına şehitlerin kanıyla yazıldığı, bugünkü ve gelecek nesillerimizin onur duyacakları bir yerdir.
Çanakkale; Henüz açmış çiçek misali Mehmetçikler’in, VATANINI, İNANCINI ve NAMUSUNU koruma kararlılığını, kanlarıyla tarihe yazdıkları bir şeref meydanıdır.
Çanakkale; Tarihin önünde Dik ve Onurlu Duruş’un, nasıl olması gerektiğini bütün dünyaya gösteren kahraman askerlerimizin yüreklerinin, tek bir yürek olarak attığı alandır.
Çanakkale; İnsani Değerlerin ve dolaysıyla Medeniyetin, dünya milletlerine sanki bir ders gibi anlatıldığı, belletildiği ve öğretildiği bir mekandır.
Çanakkale; Vatanımızı, güle oynaya işgale gelen emperyalist ülke askerlerinin, Anadolu Aslanları’ndan derslerini aldıktan sonra, utanç ve ezikliklerinden dolayı başlarını yukarıya kaldıramadan, arkalarına bile bakamadan çekilip gittikleri ve emperyalizmin, Anadolu üzerindeki kirli emellerine ulaşmalarının ilk etapta engellendiği çok önemli bir Vatan toprağıdır.
Çanakkale; Bugünkü Ordumuzun, adeta çekirdeği olarak kabul edilebilecek askerlerimiz ve birliklerinin, Vatanı ve Ulusu’nun tam bağımsızlığı söz konusu olduğunda, neler yapabileceğinin bir göstergesi ve ispatıdır.
Çanakkale; Dünyadaki bütün mazlum milletlere, Tam Bağımsızlığı kazanmanın nasıl sağlanabileceğinin anlatıldığı bir ulvi mücadelenin resmi adı, destansı anlatımıdır.
Çanakkale; Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gidilirken, Mustafa Kemal ve Dava Arkadaşları ile Mehmetçiklerin birlikte yazıp, birlikte söyledikleri; bir Şiir’dir, Türkü’dür, Destan’dır, Tam Bağımsızlık Bildirisi’nin adeta başlangıcıdır.
Çanakkale; Halkımızın yüreğinden kopan ve duygularını oldukça net ve temiz bir ifadeyle anlatan Türküler’de ve Ulusal Marşımız’daki dizelerde, bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da, nesilden nesile aktarılarak yaşatılacak bir ruhun, bugünkü ifadesiyle Çanakkale Ruhu’nun çelikleşmiş bir ifadesidir.
Çanakkale; Mehmetçiğin, tırnaklarını bir aslan pençesi gibi geçirdiği Vatan topraklarını korumaya çalıştığı, ancak, emperyalist orduları oluşturan İngiliz ve Fransız orduları ile sömürgeleri olan Senegalli, Hintli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Filistin’deki Musevi askerlerin ise işgal etmek amacıyla geldikleri Anadolu Toprağı’dır.
Çanakkale; Sizlerin Atalarının, bizlerin ise Dedelerimiz’in gırtlak gırtlağa mücadele ettiği Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve bir kısım Müslüman ancak sömürge durumundaki ülke askerleriyle, başka bir çok ülkeye ait askerlerin, şehit Mehmetçikler’le beraber koyun koyuna yattığı, sıcacık, samimi ve sevecen bir Vatan toprağıdır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, bugün bir deha mahsulü olarak isimlendirebildiğimiz, askeri stratejisini dünyanın öğrenmesine vesile olduğu ve bu stratejinin doğru uygulanması durumunda bir Ulus’un Tam Bağımsızlığa nasıl ulaştığının dillendirildiği bir alandır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, ATATÜRK olmasına zemin hazırlayan ve O’nu bütün dünyanın tanımasına, bilmesine, öğrenmesine ve önünde saygıyla eğilmesine neden olduğu, Türk Ulusu’nun tam bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı, Türk Ulusu’nun onur savaşıdır.
Çanakkale; Balkan Harbi’nde maneviyatı çökmüş olan Ordu’nun, yeniden öz güvenini elde etmesine, yetiştirdiği ve büyük tecrübeler edinmesine sebep olduğu Subay ve Er kadrosunun beş yıl sonraki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasına esas teşkil eden Tarihi bir gerçektir.
Çanakkale; Türk Milleti’ni, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni kurmaya doğru götüren ve Tür Ulusu’nun Ulusal Marşı’na kavuşmasına sebebiyet veren ve dünyada hiç bir milletin, bir daha sahip olamayacağı, bir Onur’dur…
***
Böylesi gerçeklere karşın; malum zihniyetin kasıtlı olarak yarattığı bir kısım dinci, gerici ve yobazlar Çanakkale Savaşları’nı çarpıtmaya çalışmaktadır. Tarihi gerçekleri abartılarla hurafelere dayandırıyorlar. Bu gayretlerini halen de sürdürüyorlar.
Özellikle Gelibolu’da, AKP ve Zihniyeti iktidarınca görevlendirilmiş ve beyinleri yıkanmış türbanlı genç kızlar ile sakallı delikanlılar, gerek yerli, gerekse yabancı turistlere, Çanakkale Savaşları gerçeğini, tamamen hurafelere dayalı, asılsız ve güya dini motiflerle süsleyip anlatmaya çalışarak, Mustafa Kemal ve O’na ait bütün değerleri inatla yok etmek istiyorlar. Siyasi otoriteler de sadece seyrediyorlar…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Çanakkale Savaşları’nda, Mehmetçiğin olağan üstü gayret ve bugünkü Ordumuz’un çekirdeğini oluşturan Komutanlar’ın ise büyük bir sabır göstererek ulaştıkları Zafer’in altında yatan en önemli gerçek; Çanakkale Ruhu’dur. Bu nitelik ve özellik, dünyanın başka hiçbir milletinde yoktur.
Çanakkale hakkında bugüne değin, gerek yabancı, gerekse bizim medyamızda çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tarihçilerimiz, gerçekleri olabildiğince Türk Ulusu’na sunmaya çalışmışlardır. Ancak, bütün dünyanın saygıyla söz ettiği Çanakkale Savaşları ve Mustafa Kemal komutasındaki Mehmetçiklerin zaferini özetlemek istersek şu gerçekler çıkar önümüze:
Çanakkale; Osmanlı’nın son döneminde, Anadolu topraklarına sahip olabilmek için her türlü insanlık dışı faaliyette bulunabilecek kararlılıkta olan ve gözünü hırs bürümüş emperyalist güçlere, Anadolu Aslanları olarak nitelendirilebilecek Mehmetçiğin indirdiği bir tokattır.
Çanakkale; Anadolu İnsanı için, yeniden dirilişin bir destanıdır.
Çanakkale; Türk Milleti’nin, insani vasıflarını yitirmiş hain ve gözü dönmüş canilere karşı bir haykırıştır.
Çanakkale; İnsan vücudu parçalarının havada uçuştuğu, derelerin adeta kan olup aktığı, toprağın şehit kanıyla ıslandığı, acının ve onurun, vatan ve millet sevgisinin, iman ve inancın, tarihin altın sayfalarına şehitlerin kanıyla yazıldığı, bugünkü ve gelecek nesillerimizin onur duyacakları bir yerdir.
Çanakkale; Henüz açmış çiçek misali Mehmetçikler’in, VATANINI, İNANCINI ve NAMUSUNU koruma kararlılığını, kanlarıyla tarihe yazdıkları bir şeref meydanıdır.
Çanakkale; Tarihin önünde Dik ve Onurlu Duruş’un, nasıl olması gerektiğini bütün dünyaya gösteren kahraman askerlerimizin yüreklerinin, tek bir yürek olarak attığı alandır.
Çanakkale; İnsani Değerlerin ve dolaysıyla Medeniyetin, dünya milletlerine sanki bir ders gibi anlatıldığı, belletildiği ve öğretildiği bir mekandır.
Çanakkale; Vatanımızı, güle oynaya işgale gelen emperyalist ülke askerlerinin, Anadolu Aslanları’ndan derslerini aldıktan sonra, utanç ve ezikliklerinden dolayı başlarını yukarıya kaldıramadan, arkalarına bile bakamadan çekilip gittikleri ve emperyalizmin, Anadolu üzerindeki kirli emellerine ulaşmalarının ilk etapta engellendiği çok önemli bir Vatan toprağıdır.
Çanakkale; Bugünkü Ordumuzun, adeta çekirdeği olarak kabul edilebilecek askerlerimiz ve birliklerinin, Vatanı ve Ulusu’nun tam bağımsızlığı söz konusu olduğunda, neler yapabileceğinin bir göstergesi ve ispatıdır.
Çanakkale; Dünyadaki bütün mazlum milletlere, Tam Bağımsızlığı kazanmanın nasıl sağlanabileceğinin anlatıldığı bir ulvi mücadelenin resmi adı, destansı anlatımıdır.
Çanakkale; Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gidilirken, Mustafa Kemal ve Dava Arkadaşları ile Mehmetçiklerin birlikte yazıp, birlikte söyledikleri; bir Şiir’dir, Türkü’dür, Destan’dır, Tam Bağımsızlık Bildirisi’nin adeta başlangıcıdır.
Çanakkale; Halkımızın yüreğinden kopan ve duygularını oldukça net ve temiz bir ifadeyle anlatan Türküler’de ve Ulusal Marşımız’daki dizelerde, bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da, nesilden nesile aktarılarak yaşatılacak bir ruhun, bugünkü ifadesiyle Çanakkale Ruhu’nun çelikleşmiş bir ifadesidir.
Çanakkale; Mehmetçiğin, tırnaklarını bir aslan pençesi gibi geçirdiği Vatan topraklarını korumaya çalıştığı, ancak, emperyalist orduları oluşturan İngiliz ve Fransız orduları ile sömürgeleri olan Senegalli, Hintli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Filistin’deki Musevi askerlerin ise işgal etmek amacıyla geldikleri Anadolu Toprağı’dır.
Çanakkale; Sizlerin Atalarının, bizlerin ise Dedelerimiz’in gırtlak gırtlağa mücadele ettiği Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve bir kısım Müslüman ancak sömürge durumundaki ülke askerleriyle, başka bir çok ülkeye ait askerlerin, şehit Mehmetçikler’le beraber koyun koyuna yattığı, sıcacık, samimi ve sevecen bir Vatan toprağıdır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, bugün bir deha mahsulü olarak isimlendirebildiğimiz, askeri stratejisini dünyanın öğrenmesine vesile olduğu ve bu stratejinin doğru uygulanması durumunda bir Ulus’un Tam Bağımsızlığa nasıl ulaştığının dillendirildiği bir alandır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, ATATÜRK olmasına zemin hazırlayan ve O’nu bütün dünyanın tanımasına, bilmesine, öğrenmesine ve önünde saygıyla eğilmesine neden olduğu, Türk Ulusu’nun tam bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı, Türk Ulusu’nun onur savaşıdır.
Çanakkale; Balkan Harbi’nde maneviyatı çökmüş olan Ordu’nun, yeniden öz güvenini elde etmesine, yetiştirdiği ve büyük tecrübeler edinmesine sebep olduğu Subay ve Er kadrosunun beş yıl sonraki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasına esas teşkil eden Tarihi bir gerçektir.
Çanakkale; Türk Milleti’ni, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni kurmaya doğru götüren ve Tür Ulusu’nun Ulusal Marşı’na kavuşmasına sebebiyet veren ve dünyada hiç bir milletin, bir daha sahip olamayacağı, bir Onur’dur…
***
Böylesi gerçeklere karşın; malum zihniyetin kasıtlı olarak yarattığı bir kısım dinci, gerici ve yobazlar Çanakkale Savaşları’nı çarpıtmaya çalışmaktadır. Tarihi gerçekleri abartılarla hurafelere dayandırıyorlar. Bu gayretlerini halen de sürdürüyorlar.
Özellikle Gelibolu’da, AKP ve Zihniyeti iktidarınca görevlendirilmiş ve beyinleri yıkanmış türbanlı genç kızlar ile sakallı delikanlılar, gerek yerli, gerekse yabancı turistlere, Çanakkale Savaşları gerçeğini, tamamen hurafelere dayalı, asılsız ve güya dini motiflerle süsleyip anlatmaya çalışarak, Mustafa Kemal ve O’na ait bütün değerleri inatla yok etmek istiyorlar. Siyasi otoriteler de sadece seyrediyorlar…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
15 Mart 2008 Cumartesi
AKP TARİH Mİ OLUYOR?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman YALÇINKAYA, AKP’nin, ‘Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği’ gerekçesiyle, kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı.
Başsavcı’nın, 14 Mart 2008 Cuma günü açtığı dava ve iddialara ilişkin ayrıntılar, gazetelerin çoğunluğunda yer aldı. Bir kısım gazeteler iddialara ilişkin ayrıntılar da vermişler. Bazıları da; bundan sonra izlenecek yol ve yöntemler konusunu ele almış…
TAHMİN EDİLEN GELİŞME
Olayın buralara kadar geleceği, çok önceleri yazdığım yazılarda ele alınmıştı. Özellikle yazılarımda, malum siyasi partiden ‘AKP’ olarak değil de; ‘AKP ve Zihniyeti’ diye söz ederdim.
Bana göre, malum parti, bilinen anlamda bir siyasi parti olmaktan ziyade, özellikle ve bilinçli olarak, bir Zihniyet’in partisi olarak siyasi hayatımızdaki yerini almış ve görevini yapmaya başlamıştı.
Özellikle, Atatürk ve O’na ait olan değerleri ortadan kaldırmaya yönelik görüntüsü veren faaliyetler, Laik Cumhuriyet karşıtı söylemler, Devletin temel ilkelerinden memnuniyetsizlik duyulduğu anlamı içeren konuşmalar, bu gayretlerin toplumda yol açtığı taraf olmalar ve irili ufaklı daha bir çok hususlara bakıldığında; AKP’nin bir zihniyetin gündeme taşınması misyonunu üstlendiğini söylemek yanlış olmazdı. Öyle de oldu… Bu partiye, sürekli olarak AKP ve Zihniyeti demem ondandır…
İktidarı ele geçirdikleri zamandan buyana gelişen manzara bütününe bakıldığında; bugünlerin fazla uzakta olamayacağı, sıkça ve alenen olmamakla birlikte, zaman içinde dillendirilmekteydi… Nihayet, o gün geldi çattı…
Burada altını çizmeye çalıştığım husus; Anayasa Mahkemesi’nde açılan davanın AKP’yi kapatmaya yönelik olduğudur. Zihniyetleri yok etmek mahkemelerin ve dolaysıyla yargının değil, toplumların işidir. İçinde yaşadığımız toplum, kendine uygun düşmediğine inandığı zihniyeti, asla içinde barındırmaz. Barındıramaz!
GELİŞMELER SOĞUKKANLI İZLENMELİ
AKP ve Zihniyeti, öteden beri toplumu iki ayrı kutup olarak kurgulamıştı. Hatta, RTE, bir keresinde, ‘Bizden olanlar ve Onlar’ diye söyleyerek, kafasının arkasında muhafaza ettiği bölünmüşlüğü resmen tescillemişti…
İşbirlikçi basının bir kısmı erken konuşma hatasına düşmüş ve adeta AKP ve Zihniyeti ağzıyla döktürmüş:
-Demokrasilerde parti kapatılır mıymış?
-Gelenek haline getirilen bu uygulamadan artık vazgeçilmeliymiş…
-Hoşgörülü olunmalıymış…
ve daha bir yığın saçmalıklar manzumesi sayfaları doldurmuş durumda…
Elbette ki;
-Yasakçı Anlayış’a alkış tutmayacağım,
-Siyasi fikirlerin özgürce söylenmesini her zaman ifade edeceğim,
-Siyasi Düşünce ve görüşlerinden dolayı hiç kimseye gereksiz sınıflandırmalarda bulunma gibi bir aymazlığa düşmeyeceğim.
Her şey iyi güzel de; siz, Atatürk ve O’na ait değerleri ortadan kaldırma gayretlerini sergiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin var olma esasları hakkında ileri-geri konuşur ve toplumu inançlarına göre bölerken; bütün bu yaptıklarınızı demokrasinin neresine yerleştireceğiz? Bu, belki sizin demokrasiniz olabilir… Ancak; iyi biliniz ki; bireyin demokratik hakları, bir diğer bireyin demokratik hakkının başladığı yerde biter…
Hepimizin yakından bildiği veya bilmesi gerektiği gibi; Demokrasilerin vazgeçilemez koşulu, ‘Hukukun Üstünlü’ ilkesinin esas olması ve korunmasıdır. O halde, yapılanların da hesabının verilmesi kaçınılmazdır. Kimse gocunmasın…
MAĞDURİYET’E DİKKAT!
RTE, yakın geçmişteki seçimlerde yaşayıp, gördüğümüz gibi; mağduru çok güzel oynayıp, değerlendirmişti. Pencerenin birinden baktığınızda; bu rolüyle epey de kazançlı çıktılar denilebilir. Bugün için de aynı oyuna gelmemeye dikkat etmeliyiz…
Geçmişte söylediğim gibi; bu yılın güz aylarında bir Erken Yerel Seçim olabileceği düşüncemi muhafaza etmekteyim.
Her ne kadar; bazı ilçelerin birleştirilmesi ve yeni ilçeler kurulması yasasının üzerinden bir yıl geçmesi zorunluluğundan söz ediliyor olmasına karşın; bunlar ne yapar, ne eder buna da bir kılıf uyduruverirler. Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından, türbanlı gençler apar-topar üniversite binalarına üşümediler mi? Buna da göz yumulmadı mı? Hatta, anayasa değişikliğinin yeterli oldu savunulup, uygulama için kanuna gerek olmadığı söylenmedi mi?
Bu itibarla; 2008’in güz aylarında olabilecek muhtemel bir Erken Yerel Seçim için, AKP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılmış olan kapatma davası, RTE’nin kullanabileceği en uygun mağduriyet malzemesi olacaktır… Bu gerçek asla gözlerden uzak tutulmamalıdır…
UYGULAMA İLK DEĞİL
Açılan davanın ve AKP’nin kapatılması halinde de uygulamanın ilk olmadığı hepimizin malumudur. Bilinen gerçek; Anayasa Mahkemesi’nin nihai kararı çıkacağına yakın, malum Zihniyet tarafından hemen yeni bir parti kurulur ve ekip olduğu gibi oraya zıplar ve orada yerleşip, mekan tutar. Böylelikle de; AKP belki de tarih olur. Kim bilir?
Geçmişte de öyle olmadı mı?
O halde bir şeyler yanlış gidiyor demektir… Atatürk Türkiyesi’nin çağdaş bireyleri olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği Çağdaş ve Laik Cumhuriyeti yeterince koruyamadığımız gerçeğiyle yüz yüze kalmaktayız. Olayın nirengi noktası burasıdır.
Koruyamadığımız Atatürk emaneti konusunda; yetersizliğimize çözüm bulacağımıza; başka kişi, kurum ve kuruluşların yardım etmesini beklemenin, Atatürk Gençliği’ne yakışmadığını düşünüyorum…
Kendimizi, yaptıklarımızı ve içinde bulunduğumuz durumu yeniden ve bir kez daha masaya yatırıp, inceden inceye tetkik etmemiz kaçınılmazdır. Yaptığımız hatayı bulup, tekrarını önlemeye yönelik olarak gerekli tadilatı bir an evvel yapmalıyız.
Yoksa, Yasakçı anlayışı alkışlamak gibi bir görüntü ortaya çıkar ki; o da bize yakışmaz…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Başsavcı’nın, 14 Mart 2008 Cuma günü açtığı dava ve iddialara ilişkin ayrıntılar, gazetelerin çoğunluğunda yer aldı. Bir kısım gazeteler iddialara ilişkin ayrıntılar da vermişler. Bazıları da; bundan sonra izlenecek yol ve yöntemler konusunu ele almış…
TAHMİN EDİLEN GELİŞME
Olayın buralara kadar geleceği, çok önceleri yazdığım yazılarda ele alınmıştı. Özellikle yazılarımda, malum siyasi partiden ‘AKP’ olarak değil de; ‘AKP ve Zihniyeti’ diye söz ederdim.
Bana göre, malum parti, bilinen anlamda bir siyasi parti olmaktan ziyade, özellikle ve bilinçli olarak, bir Zihniyet’in partisi olarak siyasi hayatımızdaki yerini almış ve görevini yapmaya başlamıştı.
Özellikle, Atatürk ve O’na ait olan değerleri ortadan kaldırmaya yönelik görüntüsü veren faaliyetler, Laik Cumhuriyet karşıtı söylemler, Devletin temel ilkelerinden memnuniyetsizlik duyulduğu anlamı içeren konuşmalar, bu gayretlerin toplumda yol açtığı taraf olmalar ve irili ufaklı daha bir çok hususlara bakıldığında; AKP’nin bir zihniyetin gündeme taşınması misyonunu üstlendiğini söylemek yanlış olmazdı. Öyle de oldu… Bu partiye, sürekli olarak AKP ve Zihniyeti demem ondandır…
İktidarı ele geçirdikleri zamandan buyana gelişen manzara bütününe bakıldığında; bugünlerin fazla uzakta olamayacağı, sıkça ve alenen olmamakla birlikte, zaman içinde dillendirilmekteydi… Nihayet, o gün geldi çattı…
Burada altını çizmeye çalıştığım husus; Anayasa Mahkemesi’nde açılan davanın AKP’yi kapatmaya yönelik olduğudur. Zihniyetleri yok etmek mahkemelerin ve dolaysıyla yargının değil, toplumların işidir. İçinde yaşadığımız toplum, kendine uygun düşmediğine inandığı zihniyeti, asla içinde barındırmaz. Barındıramaz!
GELİŞMELER SOĞUKKANLI İZLENMELİ
AKP ve Zihniyeti, öteden beri toplumu iki ayrı kutup olarak kurgulamıştı. Hatta, RTE, bir keresinde, ‘Bizden olanlar ve Onlar’ diye söyleyerek, kafasının arkasında muhafaza ettiği bölünmüşlüğü resmen tescillemişti…
İşbirlikçi basının bir kısmı erken konuşma hatasına düşmüş ve adeta AKP ve Zihniyeti ağzıyla döktürmüş:
-Demokrasilerde parti kapatılır mıymış?
-Gelenek haline getirilen bu uygulamadan artık vazgeçilmeliymiş…
-Hoşgörülü olunmalıymış…
ve daha bir yığın saçmalıklar manzumesi sayfaları doldurmuş durumda…
Elbette ki;
-Yasakçı Anlayış’a alkış tutmayacağım,
-Siyasi fikirlerin özgürce söylenmesini her zaman ifade edeceğim,
-Siyasi Düşünce ve görüşlerinden dolayı hiç kimseye gereksiz sınıflandırmalarda bulunma gibi bir aymazlığa düşmeyeceğim.
Her şey iyi güzel de; siz, Atatürk ve O’na ait değerleri ortadan kaldırma gayretlerini sergiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin var olma esasları hakkında ileri-geri konuşur ve toplumu inançlarına göre bölerken; bütün bu yaptıklarınızı demokrasinin neresine yerleştireceğiz? Bu, belki sizin demokrasiniz olabilir… Ancak; iyi biliniz ki; bireyin demokratik hakları, bir diğer bireyin demokratik hakkının başladığı yerde biter…
Hepimizin yakından bildiği veya bilmesi gerektiği gibi; Demokrasilerin vazgeçilemez koşulu, ‘Hukukun Üstünlü’ ilkesinin esas olması ve korunmasıdır. O halde, yapılanların da hesabının verilmesi kaçınılmazdır. Kimse gocunmasın…
MAĞDURİYET’E DİKKAT!
RTE, yakın geçmişteki seçimlerde yaşayıp, gördüğümüz gibi; mağduru çok güzel oynayıp, değerlendirmişti. Pencerenin birinden baktığınızda; bu rolüyle epey de kazançlı çıktılar denilebilir. Bugün için de aynı oyuna gelmemeye dikkat etmeliyiz…
Geçmişte söylediğim gibi; bu yılın güz aylarında bir Erken Yerel Seçim olabileceği düşüncemi muhafaza etmekteyim.
Her ne kadar; bazı ilçelerin birleştirilmesi ve yeni ilçeler kurulması yasasının üzerinden bir yıl geçmesi zorunluluğundan söz ediliyor olmasına karşın; bunlar ne yapar, ne eder buna da bir kılıf uyduruverirler. Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından, türbanlı gençler apar-topar üniversite binalarına üşümediler mi? Buna da göz yumulmadı mı? Hatta, anayasa değişikliğinin yeterli oldu savunulup, uygulama için kanuna gerek olmadığı söylenmedi mi?
Bu itibarla; 2008’in güz aylarında olabilecek muhtemel bir Erken Yerel Seçim için, AKP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılmış olan kapatma davası, RTE’nin kullanabileceği en uygun mağduriyet malzemesi olacaktır… Bu gerçek asla gözlerden uzak tutulmamalıdır…
UYGULAMA İLK DEĞİL
Açılan davanın ve AKP’nin kapatılması halinde de uygulamanın ilk olmadığı hepimizin malumudur. Bilinen gerçek; Anayasa Mahkemesi’nin nihai kararı çıkacağına yakın, malum Zihniyet tarafından hemen yeni bir parti kurulur ve ekip olduğu gibi oraya zıplar ve orada yerleşip, mekan tutar. Böylelikle de; AKP belki de tarih olur. Kim bilir?
Geçmişte de öyle olmadı mı?
O halde bir şeyler yanlış gidiyor demektir… Atatürk Türkiyesi’nin çağdaş bireyleri olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği Çağdaş ve Laik Cumhuriyeti yeterince koruyamadığımız gerçeğiyle yüz yüze kalmaktayız. Olayın nirengi noktası burasıdır.
Koruyamadığımız Atatürk emaneti konusunda; yetersizliğimize çözüm bulacağımıza; başka kişi, kurum ve kuruluşların yardım etmesini beklemenin, Atatürk Gençliği’ne yakışmadığını düşünüyorum…
Kendimizi, yaptıklarımızı ve içinde bulunduğumuz durumu yeniden ve bir kez daha masaya yatırıp, inceden inceye tetkik etmemiz kaçınılmazdır. Yaptığımız hatayı bulup, tekrarını önlemeye yönelik olarak gerekli tadilatı bir an evvel yapmalıyız.
Yoksa, Yasakçı anlayışı alkışlamak gibi bir görüntü ortaya çıkar ki; o da bize yakışmaz…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
12 Mart 2008 Çarşamba
'HAİNLERLE EL SIKIŞIN'
Talabani’nin, Cumhurbaşkanları’nca alışılmış ve bilinen geleneklerin dışında kabullerle 7 Mart 2008 Cuma günü başlayan Ankara çalışma ziyareti sıkıntıları da beraberinde getirdi.
Çalışma ziyareti mahiyetinde olan ziyaret için karşılama esnasında top atışı yapılmadığı gibi, karşılamada Asker de bulunmadı. Başbakan Yardımcısı düzeyinde karşılanan Talabani’nin, buna razı olduğu her halinden belliydi. Ev sahibi konumundaki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de; zaten epey bir zamandır gerilime sokulmuş olan toplumu daha fazla germek istemediği görüntüsü verdi.
ABD TEZGAHI
Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen Güneş Operasyonu adlı kara harekatının bölgedeki etkisinin ardından, önceden kurgulandığından asla şüphe etmediğimiz Talabani’nin Ankara’yı ziyareti, ABD’nin, bölge üzerindeki oyunlarının bir başka tezgahından başka bir şey değildir. Bu oyuna, maalesef bizim devlet adamlarımız da gelmektedir…
Ziyarete medyanın göstereceği tepkiyi hafifletebilmek amacıyla, önceden Çankaya Köşkü’nde Medya’yı bilgilendirme toplantısı adı altında bir de brifing yapıldı. Brifingin amacına ulaştığı, Cumartesi günkü gazetelere bakıldığında net bir şekilde görülebilmektedir… Öyle ya; sert uslüplu yazıların ve programların yayınlanıp da ABD’nin yüzünün eğrilmesine neden sebebiyet verilsin ki?
ÇANKAYA’DAKİ YEMEK
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Talabani onuruna Çankaya’da, Cuma akşamı verdiği yemek dikkat çekiciydi. Yemeğe davete dilen gazetecilerin; Cengiz Çandar, İlnur Çevik, Mehmet Ali Birand ve Hasan Cemal olduğu basına yansıdı. Oldukça şaşırtıcı öyle değil mi?
Ziyaretin daha ilk gününde fısıltılar yayılmaya başladı. Çankaya’da verilen ve sadece basından malum isimlerin çağrıldığı yemek, acaba bir iş yemeğimiydi? Şeklindeki sorular ağızdan ağza dolaşmaktadır.
Bu gazeteciler belli ki özel seçilmişlerdi. Çünkü basit bir örnekle; yakın geçmişteki bir tarihte NTV’de yapılan bir panelde, Mehmet Ali Birand’ın, ‘Barzani’yle bir el sıkışılsın, ama tanınmasın… Adamların istediği de bu …’ diyor ve bu tavrın bölge hakkında çok etkili olacağını söylediğini duyuyorduk. Bu durumda; Cumartesi günkü gazetelerin, özellikle basının amiral gemisi olduğu iddia edilen gazetenin bile birinci sayfasında Talabani’nin ziyaretine yer vermemiş olması, toplumun bu adama olan muhtelif tepkilerini dile getirmemesi düşündürücü değil mi?
ASKERLER KARŞILAMADI, YEMEĞE KATILMADI
Cumhurbaşkanı düzeyinde ülkemize yapılan ziyaretlerde, bir nezaket kuralı gereği olarak Komutanların da bulunması gelenek haline gelmiş bir uygulamadır. Ancak, konu Talabani olunca, askerlerin havaalanına gitmemiş ve Çankaya’daki yemeğe katılmamış olmalarının, Türk Ulusu adına gösterilmiş bir tepki olarak yorumlanmıştır. Oldukça gurur verici bir davranış olarak görülen bu tavır, içinde bulunduğumuz gerilim ortamında, bir nebze de olsa, yüreklerimize su serpmiştir… Herhalde, Askerler’ce gösterilen bu davranışın ne anlama geldiğini anlayan anlamıştır…
TALABANİ’NİN MESAJLARI
Dışarıya sızdırılan haberlere bakılırsa; Talabani, ‘PKK Ortak Beladır’ ve ‘Bölge’nin huzuru için Hainlerle El Sıkışın’ diye mesaj verecekmiş…
Bu aşamada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz. ABD adına Başkan Sözcüsünün yaptığı açıklamada, ‘ABD olarak Teröristlerle Masaya Oturmayız. Türkiye’nin de masaya oturması beklentimiz yok…’ denilmektedir.
İnanmak ne derece doğru siz okurlarımız takdir ediniz. Talabani’nin Ankara ziyareti tamamen ABD’nin yönlendirmesi ve baskısıyla oluşmuştur. Talabani, kendisine verilen görevi yerine getiren bir oyuncu konumundadır. Gerçi Ankara’daki ilk basın toplantısında, Irak’taki Kürt Kedisi polemiği hatırlatıldığında; ‘Türkler’e bir Irak Kedisi bile vermem dedim’ diyerek çark etmiş ve kıvırttığını da resmen göstermiştir. Bu da göstermektedir ki; getirdiği mesaj ne olursa olsun Talabani sözüne ve dostluğuna güvenilmez birisidir. Bugüne kadar yaptığı gibi, yarın yeniden bölücü terörü desteklemeyeceği garantisi yoktur…
TERÖRİSTİ VERMEM
Yaklaşık 30 yıldır Türkiye’nin başına bela olan ve 40 bin civarında vatandaşımızın hayatına mal olan bölücü terörle yaptığımız mücadeleye atıfta bulunulduğunda; Talabani’nin tavrı değişiyor ve yüzündeki sevimsiz ifade yeniden beliriyor. Aynen de şu ifadeleri kullanıyor: ‘Irak vatandaşını asla Türkiye’ye teslim etmem…!’
Bu açıklama, Talabani’nin, Irak’ın kuzeyinde beslediği ve barındırdığı, sonra da Güneş Operasyonu esnasında Irak’ın içlerine kaçtığı belirlenen teröristleri Irak vatandaşı saydığını göstermektedir. Gerçekliği tartışılamayacak bu konudan sonra Talabani’nin samimiyetine ne denli inanalım dersiniz?
Yarın neler yapabileceği bugünden belli olan Talabani’nin gerçek yüzünü, geçmişten zaten biliyorduk. Ancak, Türkiye’deki siyasi otoritenin de bunun bilinciyle hareket etmesi gerekmez mi?
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Çalışma ziyareti mahiyetinde olan ziyaret için karşılama esnasında top atışı yapılmadığı gibi, karşılamada Asker de bulunmadı. Başbakan Yardımcısı düzeyinde karşılanan Talabani’nin, buna razı olduğu her halinden belliydi. Ev sahibi konumundaki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de; zaten epey bir zamandır gerilime sokulmuş olan toplumu daha fazla germek istemediği görüntüsü verdi.
ABD TEZGAHI
Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen Güneş Operasyonu adlı kara harekatının bölgedeki etkisinin ardından, önceden kurgulandığından asla şüphe etmediğimiz Talabani’nin Ankara’yı ziyareti, ABD’nin, bölge üzerindeki oyunlarının bir başka tezgahından başka bir şey değildir. Bu oyuna, maalesef bizim devlet adamlarımız da gelmektedir…
Ziyarete medyanın göstereceği tepkiyi hafifletebilmek amacıyla, önceden Çankaya Köşkü’nde Medya’yı bilgilendirme toplantısı adı altında bir de brifing yapıldı. Brifingin amacına ulaştığı, Cumartesi günkü gazetelere bakıldığında net bir şekilde görülebilmektedir… Öyle ya; sert uslüplu yazıların ve programların yayınlanıp da ABD’nin yüzünün eğrilmesine neden sebebiyet verilsin ki?
ÇANKAYA’DAKİ YEMEK
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Talabani onuruna Çankaya’da, Cuma akşamı verdiği yemek dikkat çekiciydi. Yemeğe davete dilen gazetecilerin; Cengiz Çandar, İlnur Çevik, Mehmet Ali Birand ve Hasan Cemal olduğu basına yansıdı. Oldukça şaşırtıcı öyle değil mi?
Ziyaretin daha ilk gününde fısıltılar yayılmaya başladı. Çankaya’da verilen ve sadece basından malum isimlerin çağrıldığı yemek, acaba bir iş yemeğimiydi? Şeklindeki sorular ağızdan ağza dolaşmaktadır.
Bu gazeteciler belli ki özel seçilmişlerdi. Çünkü basit bir örnekle; yakın geçmişteki bir tarihte NTV’de yapılan bir panelde, Mehmet Ali Birand’ın, ‘Barzani’yle bir el sıkışılsın, ama tanınmasın… Adamların istediği de bu …’ diyor ve bu tavrın bölge hakkında çok etkili olacağını söylediğini duyuyorduk. Bu durumda; Cumartesi günkü gazetelerin, özellikle basının amiral gemisi olduğu iddia edilen gazetenin bile birinci sayfasında Talabani’nin ziyaretine yer vermemiş olması, toplumun bu adama olan muhtelif tepkilerini dile getirmemesi düşündürücü değil mi?
ASKERLER KARŞILAMADI, YEMEĞE KATILMADI
Cumhurbaşkanı düzeyinde ülkemize yapılan ziyaretlerde, bir nezaket kuralı gereği olarak Komutanların da bulunması gelenek haline gelmiş bir uygulamadır. Ancak, konu Talabani olunca, askerlerin havaalanına gitmemiş ve Çankaya’daki yemeğe katılmamış olmalarının, Türk Ulusu adına gösterilmiş bir tepki olarak yorumlanmıştır. Oldukça gurur verici bir davranış olarak görülen bu tavır, içinde bulunduğumuz gerilim ortamında, bir nebze de olsa, yüreklerimize su serpmiştir… Herhalde, Askerler’ce gösterilen bu davranışın ne anlama geldiğini anlayan anlamıştır…
TALABANİ’NİN MESAJLARI
Dışarıya sızdırılan haberlere bakılırsa; Talabani, ‘PKK Ortak Beladır’ ve ‘Bölge’nin huzuru için Hainlerle El Sıkışın’ diye mesaj verecekmiş…
Bu aşamada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz. ABD adına Başkan Sözcüsünün yaptığı açıklamada, ‘ABD olarak Teröristlerle Masaya Oturmayız. Türkiye’nin de masaya oturması beklentimiz yok…’ denilmektedir.
İnanmak ne derece doğru siz okurlarımız takdir ediniz. Talabani’nin Ankara ziyareti tamamen ABD’nin yönlendirmesi ve baskısıyla oluşmuştur. Talabani, kendisine verilen görevi yerine getiren bir oyuncu konumundadır. Gerçi Ankara’daki ilk basın toplantısında, Irak’taki Kürt Kedisi polemiği hatırlatıldığında; ‘Türkler’e bir Irak Kedisi bile vermem dedim’ diyerek çark etmiş ve kıvırttığını da resmen göstermiştir. Bu da göstermektedir ki; getirdiği mesaj ne olursa olsun Talabani sözüne ve dostluğuna güvenilmez birisidir. Bugüne kadar yaptığı gibi, yarın yeniden bölücü terörü desteklemeyeceği garantisi yoktur…
TERÖRİSTİ VERMEM
Yaklaşık 30 yıldır Türkiye’nin başına bela olan ve 40 bin civarında vatandaşımızın hayatına mal olan bölücü terörle yaptığımız mücadeleye atıfta bulunulduğunda; Talabani’nin tavrı değişiyor ve yüzündeki sevimsiz ifade yeniden beliriyor. Aynen de şu ifadeleri kullanıyor: ‘Irak vatandaşını asla Türkiye’ye teslim etmem…!’
Bu açıklama, Talabani’nin, Irak’ın kuzeyinde beslediği ve barındırdığı, sonra da Güneş Operasyonu esnasında Irak’ın içlerine kaçtığı belirlenen teröristleri Irak vatandaşı saydığını göstermektedir. Gerçekliği tartışılamayacak bu konudan sonra Talabani’nin samimiyetine ne denli inanalım dersiniz?
Yarın neler yapabileceği bugünden belli olan Talabani’nin gerçek yüzünü, geçmişten zaten biliyorduk. Ancak, Türkiye’deki siyasi otoritenin de bunun bilinciyle hareket etmesi gerekmez mi?
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
10 Mart 2008 Pazartesi
NANKÖR
Bir yandan yalvar yakar olundu, diğer yandan da ABD, ‘Yürü bre!’ dedi ve nihayet Talabani Ankara’ya geldi.
Çalışma ziyareti adı verilen malum ziyaret, 7 Mart 2008 Cuma günü başladı. Yazımı kaleme aldığım saatlerde, bitişi hakkında henüz bilgi sahibi olamadığım ziyaret, Ankara’da siyasi otorite tarafından oldukça önemsenmekte. En azından böyle bir görüntü verilmekte.
Neden mi?
Nedenler hakkındaki görüşlerimi, yazımın içinde sizlerle paylaşmaya çalışacağım:
***
Düne kadar, ‘Türkler’e bir Kürt kedisi bile vermem’ diye efelenen birisi, bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın resmi davetlisi olarak Ankara’ya bir çalışma ziyaretinde bulunmaktadır.
İşin garibi, önceden de yazdığım gibi, kısa bir süre önce, malum ziyaret için resmi davette bulunuldu. Ancak, Talabani, dünya medyası önünde ve çirkin bir yüz ifadesiyle, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın davetini reddettiğini açıladı. Açıklama sırasında ve ekranlardan izleyebildiğim kadarıyla, içinde bulunduğu ruh halinden oldukça da mutlu olduğu anlaşılıyordu.
Kolay mı? Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülke Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini geri çevireceksin… Bu efelenmek beyefendiyi çok mutlu kılmıştı…
***
Tam bu teklifin yapıldığı ve hemen de geri çevrildiği günlerde Irak’ın kuzeyinde, Talabani ve şürekası tarafından ve ABD’den alınan destekle, kasıtlı olarak barındırılan hainlere ve bölücü terör örgütüne yönelik ve Güneş Operasyonu adı verilen Kara Harekatı başladı.
Başta Talabani olmak üzere, Irak’ın kuzeyine çöreklenmiş Barzani ve sözde Kürt yönetiminde panikleme baş gösterdi. Abuk sabuk açıklamalar dünya medyasına verilmeye başlandı. Kısa bir süre önceki efelenmeler ve kabadayılıklar yerini, kuyruğunu kıstırıp kaçarcasına veya bir kovuğa sinercesine görüntülere bıraktı.
Bu noktada hemen ABD’nin cevvalleri çıktı sahneye. Baktılar ki iş kötüye gidiyor, sıkıntı gittikçe artıyor; önceden kurgulanıp, planlanmış hareketleri uygulamaya koyuldular.
İlk talimat Talabani’ye verildi. ‘Hemen Ankara’ya gidilecek!’. Arkasından da; Ankara’dan Irak’a bir heyet ve özel temsilci gönderilmesi ricasında bulunuldu. Aynen de böyle oldu. Başbakanlık’tan bir heyet ve Başbakan’ın Danışmanlarından Ahmet Davutoğlu Bağdat’a gitti. Basına yansıdığı kadarıyla da; Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini Talabani nezdinde yineledi… Gelinen nokta ortada. Nihayet, Talabani’nin, Ankara’ya Çalışma Ziyareti gerçekleştirildi.
Herkesler, işgüzarlığa soyundu. Hatta, Çankaya’da, medyamızı bilgilendirme toplantısı bile yapıldı. Öyle ya; Irak konusunda sıcak ve sevimli hususlar yazılıp çizilmeliydi. Bu tam da işbirlikçi medyaya uyar bir husustu… Öyle de oldu!
***
Talabani kimdir? Kısaca bir göz atalım:
-Ülkesi ABD’nin işgali altında olan,
-Irak’ın dört bir yanında patlatılan bombalarla, her gün 60-70 vatandaşı ölen,
-Mezhep çatışmaları en üst düzeye çıkmış olan ve her gün daha da artan,
-Ülkesinin, hemen bütün ihtiyaçlarının ağırlıkla temin edildiği en yakın komşularından birisini tedirgin etmek, bölüp, parçalayıp sonra da yok etmek isteyenlere tam destek sağlamak amacıyla bölücü terörü ve hainlerin Irak’ın kuzeyinde barınmasına imkan sağlayan,
-ABD Ordusu’na ait silahların, Iraklı Kaçakçılar tarafından ABD’li askeri personelden satın alınıp, bölücü terörün eline geçmesine göz yuman,
birisidir…
Merak ettiğimiz konu ise; Türkiye Cumhuriyeti Devlet adamları ise bununla neyi konuşacak, hangi önemli konuda fikir alış-verişinde bulunacak?
***
Ankara hükümeti bir beklenti içine girmiş… Talabani, daha önce söylediği ‘PKK Ortak Beladır!’ açıklamasını Ankara’da daha bir güçlü söyleyebilecekmiş… Bundan bayağı medet umulur noktaya gelinmiş.
Halbuki, dışarıya sızan haberlere göre; Talabani, ABD’nin direktifiyle, Türk yetkililere, ‘Hainlerle El Sıkışın!’ diyecekmiş…
Ankara’daki ilk basın toplantısında, Kürt Kedisi polemiğini soranlara, ‘Türkler’e bir Irak kedisi bile vermem’ diye söyledim deyip, Irak’taki efelenmesinden böylesine çark ederek, ilk kıvırtma örneğini verdi…
ABD, bir yandan, ‘Teröristlerle masaya oturmayız. Türkiye’nin de oturması beklentisinde değiliz.’ diyor; öte yandan da, Talabani gibi, Türkiye nezdinde sicili pek temiz olmayan birisini Ankara’da görevlendirerek, Türkiye’ye, ‘Hainlerle El sıkışılması gerektiği…’ mesajını iletme gayretine soyunuyor… Bunu ABD yönetimi inkar etse bile, ADB ordusunun en üst düzey generalleri dillendiriyor. Bu generallerin ADB yönetiminin bilgisi dışında böylesi konuşmasına imkan var mı? Elbette ki; yok!
***
Bir zamanlar, Irak’ta bir köşeye sıkışmış ve sığındığı mağaradan burnunun ucunu dahi dışarı çıkarma imkanına sahip olamayan bu çapsız ve NANKÖR Talabani, Türkiye Cumhuriyeti’nin, -hangi akıl sahibinin işiyse-, kendisine verdiği Diplomatik Pasaport(Kırmızı Pasaport)’la, bulunduğu mağaradan ve Irak sınırlarından dışarıya çıkabilme özgürlüğüne kavuşup, dünyaya dolaşma imkanına sahip olmuş bu Talabani NANKÖR’ü, Ankara’da kırmızı halılarla karşılanmıştır.
Ayrıca, uçağa binebiliyor, ayağı yanık kedi gibi dünyanın dört bir yanını dolaşabiliyor olmasına karşın; ancak sıra Anıtkabir Ziyareti’ne geldiğinde; hastalığını bahane edip, Atatürk’ün Manevi huzura çıkmıyor. Sadece Misak-ı Milli Kulesi’ne geçip, özel deftere birkaç şeyler karalayıp, imzalamakla yetiniyor…
Hastaymış; hadi canım sen de...!
Türk yetkililer de; tıpkı İran Cumhurbaşkanı ve Sudan devlet başkanının ziyaretlerinde olduğu gibi, ağızlarını açıp, tek kelime dahi etmiyor, edemiyorlar! Niye etsinler ki; belki işlerine bile geliyordur…
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider yetiştirmiş ve O’nun sayesinde Milli Mücadele’yi başarıyla sürdürmüş, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, dünyayı bile şaşırtacak büyük bir zaferle taçlandırmış ve sonuçta da Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Türk Ulusu’nu yönetecek hükümet ve devlet adamlarının, çok daha duyarlı olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışılamaz ilkeleriyle bire bir örtüşen davranışlar sergilemeleri elbette ki en doğal beklentimizdir.
Komşularımızla iyi geçinmek gerek, kimseyle kavga etmeden barış içinde yaşamak, dünya barışına katkıda bulunmak, huzursuzluk çıkaran ülke olmamak vb gibi havadan sudan sebepleri mesnet göstererek Türk Ulusu’nu madara etmenin hiç anlamı yoktur… Olamaz da!
Atatürk’ün, ‘Uluslar egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı Meclisler’e dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü Meclisler bile; despotluk yapabilir, ve bu despotluk, bireysel despotluktan çok daha tehlikeli olabilir. Meclisler’in öyle kararları olabilir ki; bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir…’ şeklinde ve bugünün yapısına uygun düşen bu sözünün ne denli anlamlı olduğu bir kez daha kanıtlanmış olmaktadır…
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Çalışma ziyareti adı verilen malum ziyaret, 7 Mart 2008 Cuma günü başladı. Yazımı kaleme aldığım saatlerde, bitişi hakkında henüz bilgi sahibi olamadığım ziyaret, Ankara’da siyasi otorite tarafından oldukça önemsenmekte. En azından böyle bir görüntü verilmekte.
Neden mi?
Nedenler hakkındaki görüşlerimi, yazımın içinde sizlerle paylaşmaya çalışacağım:
***
Düne kadar, ‘Türkler’e bir Kürt kedisi bile vermem’ diye efelenen birisi, bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın resmi davetlisi olarak Ankara’ya bir çalışma ziyaretinde bulunmaktadır.
İşin garibi, önceden de yazdığım gibi, kısa bir süre önce, malum ziyaret için resmi davette bulunuldu. Ancak, Talabani, dünya medyası önünde ve çirkin bir yüz ifadesiyle, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın davetini reddettiğini açıladı. Açıklama sırasında ve ekranlardan izleyebildiğim kadarıyla, içinde bulunduğu ruh halinden oldukça da mutlu olduğu anlaşılıyordu.
Kolay mı? Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülke Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini geri çevireceksin… Bu efelenmek beyefendiyi çok mutlu kılmıştı…
***
Tam bu teklifin yapıldığı ve hemen de geri çevrildiği günlerde Irak’ın kuzeyinde, Talabani ve şürekası tarafından ve ABD’den alınan destekle, kasıtlı olarak barındırılan hainlere ve bölücü terör örgütüne yönelik ve Güneş Operasyonu adı verilen Kara Harekatı başladı.
Başta Talabani olmak üzere, Irak’ın kuzeyine çöreklenmiş Barzani ve sözde Kürt yönetiminde panikleme baş gösterdi. Abuk sabuk açıklamalar dünya medyasına verilmeye başlandı. Kısa bir süre önceki efelenmeler ve kabadayılıklar yerini, kuyruğunu kıstırıp kaçarcasına veya bir kovuğa sinercesine görüntülere bıraktı.
Bu noktada hemen ABD’nin cevvalleri çıktı sahneye. Baktılar ki iş kötüye gidiyor, sıkıntı gittikçe artıyor; önceden kurgulanıp, planlanmış hareketleri uygulamaya koyuldular.
İlk talimat Talabani’ye verildi. ‘Hemen Ankara’ya gidilecek!’. Arkasından da; Ankara’dan Irak’a bir heyet ve özel temsilci gönderilmesi ricasında bulunuldu. Aynen de böyle oldu. Başbakanlık’tan bir heyet ve Başbakan’ın Danışmanlarından Ahmet Davutoğlu Bağdat’a gitti. Basına yansıdığı kadarıyla da; Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini Talabani nezdinde yineledi… Gelinen nokta ortada. Nihayet, Talabani’nin, Ankara’ya Çalışma Ziyareti gerçekleştirildi.
Herkesler, işgüzarlığa soyundu. Hatta, Çankaya’da, medyamızı bilgilendirme toplantısı bile yapıldı. Öyle ya; Irak konusunda sıcak ve sevimli hususlar yazılıp çizilmeliydi. Bu tam da işbirlikçi medyaya uyar bir husustu… Öyle de oldu!
***
Talabani kimdir? Kısaca bir göz atalım:
-Ülkesi ABD’nin işgali altında olan,
-Irak’ın dört bir yanında patlatılan bombalarla, her gün 60-70 vatandaşı ölen,
-Mezhep çatışmaları en üst düzeye çıkmış olan ve her gün daha da artan,
-Ülkesinin, hemen bütün ihtiyaçlarının ağırlıkla temin edildiği en yakın komşularından birisini tedirgin etmek, bölüp, parçalayıp sonra da yok etmek isteyenlere tam destek sağlamak amacıyla bölücü terörü ve hainlerin Irak’ın kuzeyinde barınmasına imkan sağlayan,
-ABD Ordusu’na ait silahların, Iraklı Kaçakçılar tarafından ABD’li askeri personelden satın alınıp, bölücü terörün eline geçmesine göz yuman,
birisidir…
Merak ettiğimiz konu ise; Türkiye Cumhuriyeti Devlet adamları ise bununla neyi konuşacak, hangi önemli konuda fikir alış-verişinde bulunacak?
***
Ankara hükümeti bir beklenti içine girmiş… Talabani, daha önce söylediği ‘PKK Ortak Beladır!’ açıklamasını Ankara’da daha bir güçlü söyleyebilecekmiş… Bundan bayağı medet umulur noktaya gelinmiş.
Halbuki, dışarıya sızan haberlere göre; Talabani, ABD’nin direktifiyle, Türk yetkililere, ‘Hainlerle El Sıkışın!’ diyecekmiş…
Ankara’daki ilk basın toplantısında, Kürt Kedisi polemiğini soranlara, ‘Türkler’e bir Irak kedisi bile vermem’ diye söyledim deyip, Irak’taki efelenmesinden böylesine çark ederek, ilk kıvırtma örneğini verdi…
ABD, bir yandan, ‘Teröristlerle masaya oturmayız. Türkiye’nin de oturması beklentisinde değiliz.’ diyor; öte yandan da, Talabani gibi, Türkiye nezdinde sicili pek temiz olmayan birisini Ankara’da görevlendirerek, Türkiye’ye, ‘Hainlerle El sıkışılması gerektiği…’ mesajını iletme gayretine soyunuyor… Bunu ABD yönetimi inkar etse bile, ADB ordusunun en üst düzey generalleri dillendiriyor. Bu generallerin ADB yönetiminin bilgisi dışında böylesi konuşmasına imkan var mı? Elbette ki; yok!
***
Bir zamanlar, Irak’ta bir köşeye sıkışmış ve sığındığı mağaradan burnunun ucunu dahi dışarı çıkarma imkanına sahip olamayan bu çapsız ve NANKÖR Talabani, Türkiye Cumhuriyeti’nin, -hangi akıl sahibinin işiyse-, kendisine verdiği Diplomatik Pasaport(Kırmızı Pasaport)’la, bulunduğu mağaradan ve Irak sınırlarından dışarıya çıkabilme özgürlüğüne kavuşup, dünyaya dolaşma imkanına sahip olmuş bu Talabani NANKÖR’ü, Ankara’da kırmızı halılarla karşılanmıştır.
Ayrıca, uçağa binebiliyor, ayağı yanık kedi gibi dünyanın dört bir yanını dolaşabiliyor olmasına karşın; ancak sıra Anıtkabir Ziyareti’ne geldiğinde; hastalığını bahane edip, Atatürk’ün Manevi huzura çıkmıyor. Sadece Misak-ı Milli Kulesi’ne geçip, özel deftere birkaç şeyler karalayıp, imzalamakla yetiniyor…
Hastaymış; hadi canım sen de...!
Türk yetkililer de; tıpkı İran Cumhurbaşkanı ve Sudan devlet başkanının ziyaretlerinde olduğu gibi, ağızlarını açıp, tek kelime dahi etmiyor, edemiyorlar! Niye etsinler ki; belki işlerine bile geliyordur…
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider yetiştirmiş ve O’nun sayesinde Milli Mücadele’yi başarıyla sürdürmüş, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, dünyayı bile şaşırtacak büyük bir zaferle taçlandırmış ve sonuçta da Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Türk Ulusu’nu yönetecek hükümet ve devlet adamlarının, çok daha duyarlı olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışılamaz ilkeleriyle bire bir örtüşen davranışlar sergilemeleri elbette ki en doğal beklentimizdir.
Komşularımızla iyi geçinmek gerek, kimseyle kavga etmeden barış içinde yaşamak, dünya barışına katkıda bulunmak, huzursuzluk çıkaran ülke olmamak vb gibi havadan sudan sebepleri mesnet göstererek Türk Ulusu’nu madara etmenin hiç anlamı yoktur… Olamaz da!
Atatürk’ün, ‘Uluslar egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı Meclisler’e dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü Meclisler bile; despotluk yapabilir, ve bu despotluk, bireysel despotluktan çok daha tehlikeli olabilir. Meclisler’in öyle kararları olabilir ki; bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir…’ şeklinde ve bugünün yapısına uygun düşen bu sözünün ne denli anlamlı olduğu bir kez daha kanıtlanmış olmaktadır…
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
4 Mart 2008 Salı
HAİNLER TAMAM SIRA İŞBİRLİKÇİLERDE
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 21 Şubat 2008 Perşembe günü saat 19.00’da Irak’ın Kuzeyi’nde yuvalanmış bölücü terör örgütüne yönelik olarak başlatılan kara harekatı, 29 Şubat 2008 günü, birliklerin geri çekilmeye başlamasıyla tamamlanmıştır.
8 gün süreyle ve kış şartlarında gerçekleştirilen ve Güneş Operasyonu adı verilen, Harekat’a katılan Mehmetçiklerimiz, tarihinde ilk kez bir kış harekatını başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş ve hedeflere ulaşılmıştır.
Harekat esnasında Bölücü Teröre ve hainlere yapılan baskınlara ilişkin ayrıntılar, Genelkurmay Başkanlığı’nın, 29 Mart 2008 tarihinde resmi internet sitesine koyduğu Basın Açıklaması’nda açıklanmaktadır. Harekat süresince 240 hain bertaraf e3dilmiş, 24’ü asker ve 3’ü de geçici köy korucusu olmak üzere, maalesef 27 vatandaşımız da şehit olmuştur.
HAİNLER PERİŞAN
TSK’nın mükemmel zamanlamayla başlattığı harekat esnasında, konusunda oldukça iyi eğitilmiş Mehmetçiklerimiz, ilk etapta yandaşlarına ve gerek yurtiçi ve gerekse de yurtdışındaki işbirlikçilerine güçlü olduğu görüntüsünü vermeye çalışan Hainleri, birer ikişer inlerinden çıkararak, kaçmaya çalıştıkları yönlerde yakalayıp, tepelerine binmişlerdir. Direnmeleri para etmemiş, teslim olanlar dışındakiler, çeşitli uyarılara karşın direnince bertaraf edilmişlerdir.
Kışın bir Harekat beklentisinde olmayan ve bunun için de hazırlıksız yakalandığı her hallerinden anlaşılan Hainler’in, birbirlerinin yardım taleplerine, kendi durumlarının da iyi olmadığı, zorda bulundukları şeklinde cevap verdikleri telsiz konuşmalarından anlaşılıyor.
Vatanı için canını bile feda etmekten asla endişe duymayan Mehmetçiğin kararlı tutumu, Harekatın başarısındaki en önemli unsurların başında geliyor…
HAREKAT’IN SÜRESİ VE AMACI
Medya’da geniş yer bulan Harekat’la ilgili haberler konusunda, bir kısım yazar, çizer ve yorumcu kesiminden, her kafadan bir ses çıkıyor görüntüsüyle çatlak sesler geldiği duyulabilmektedir.
Ancak, düne kadar, ‘Kuzey Irak’taki boş ve kayalık arazideki irili ufaklı mağaralar boşuna bombalanıyor…’ diyen bir kısım insanlar, bugün Harekat’a övgü düzecek noktaya gelmişlerdir. Aynı manzara geçmişte, örneğin; 12 Eylül’de de yaşanmıştı… Hatırlarsınız! Bir-iki gün öncesine kadar şöyle-böyle laf edenler, olabildiğince çabuk çark etmişlerdi. Bugün de aynı davranış içinde oldukları, maalesef acı bir şekilde görülebilmektedir. Ne yaparsınız? Bunların da karakterleri böyle…
İşte bu zihniyet; harekat hakkında zaman telaffuz etmeye çalışıyor. Ama başaramayacaklar. Harekat’ın ne zaman biteceğinin kararı Sivil Otorite’ye aittir. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu karara uymakla yükümlüdür. Sorumluluk, elbette ki kararı verene ait olacaktır…
Harekatın Amacı ise; Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmak kaydıyla, bölücü terörü yok etmek ve hainleri temizleyerek, bir daha Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk İnsanı’na zarar vermesini tamamen engellemektir.
TALABANİ VE BARZANİ RAHATSIZ
Harekat’ın başlamasının ardından, uzaktan kumandalı olduğu konusunda kuşkumuz olmayan Talabani ve Barzani abuk-sabuk açıklamalarda bulundular. Kısaca ifade etmek gerekirse; Türk Askeri’nin Irak topraklarında bulunmasını neredeyse işgal amaçlı göstermeye bile cüret ettiler. Güçlerini nereden aldıklarını söylemeye gerek yok. Çünkü aynı zamanda İngiltere, Fransa gibi AB üyesi ülkeler başta olmak üzere, ABD’deki medya organları da Harekat’ı kınama noktasında ifadeler kullanıp, yazılar yazdılar. Başka davranmaları da beklenemezdi zaten…
Böylesi gerçekler ortada iken; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Talabani’yi Türkiye’ye resmen davet etti. O da kabul etmedi ve bunu dünya medyası önünde, çirkin bir yüz ifadesiyle, açıkladı. Ancak, bir müddet sonra Bağdat’a giden bir Türk Heyeti, görüşmeler arasında Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini yineledi. Talabani efendi, bu sefer kabul etti… Ne acıdır ki; dünün Talabani’sine, adeta ‘Türkiye’ye gel…’ diye yalvarıldı. Hem de Cumhurbaşkanı tarafından…
Bunlardan cesaret aldığı belli olan Barzani çapulcusu da; ‘Sabrımızın da bir sınırı vardır. Gerekirse müdahalede bulunuruz…’ şeklinde açıklama yaptılar.
Ancak, şu gerçeğin farkında olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isteriz:
Türk Ulusu olarak, Bölücü terörün ve Hainlerin bütün ihtiyaçları ABD ve onun bilgisi dahilinde hempaları tarafından karşılanmaktadır. Yakalanan hainlerden ele geçirilen silah ve mühimmatların büyük çoğunluğu, ya ABD yapımı, ya da ABD ordusuna ait silah ve teçhizatlardır. Az da olsa AB üyesi ülkelere ait silah ve teçhizatın bulunduğu da olmaktadır.
TELEVİZYON PROGRAMLARI VE KONUŞMACILAR
Bugünlerde televizyonlarda yapılan Harekat konusundaki programların hemen tamamındaki konuşmacıların çoğunluğunun, olayın bir Kürt sorunu olduğu ve çözümünün böyle olmaması gerektiği konusunda, neredeyse, ‘Hainlerin ağzıyla konuşuyorlar…’ dedirtecek şekilde sözler söylemeleri, nedense bizi pek şaşırtmıyor.
Öteden beri söylediğimiz; konunun bir Bölücü Terör sorunu olduğudur…! Türkiye’nin asla bir Kürt sorunu olmamıştır. Olması da mümkün gözükmemektedir. Mevcut Ulus Devlet yapımız ve Üniter Devlet anlayışımızda asla bir değişme veya sapma söz konusu değildir. Bu münasebetle; ‘Etnik Kimliklerin Özgürlüğü…’ gibi amaçlı çıkartılan hususların, hedeflerinin neler olduğunun bilinciyle hareket etme sağduyumuz hiç bir zaman da terk edilmeyecektir.
Programları yapanlar ile konuşmacıların bu hassas noktaları görmüyor olmaları veya ‘Harekatın bilmem kaçıncı günü. Her iki taraftan da şehitler var…’ gibi anlamlı, bir yerlere mesaj gönderir nitelikte ve kasıtlı ifadeler kullanarak, kitleleri tetikleme hevesinde gözükmeleri, toplumu gereksiz ve acı sonuçlara götürebilecek oldukça tehlikeli söylemlerdir… Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gönderme yapılıyormuş gibi bir gayret içinde bulunulması, Türk Ulusu’nca asla itibar edilmeyecek hususlardır. Özellikle bunlara dikkat edilmesi gerektiği düşünülmektedir…
Ayrıca, Irak’ın Kuzeyi’ndeki planlanan harekatı başarıyla tamamlayıp, yurtiçindeki üslerine dönen TSK unsurlarının, dönüş tarihlerinin, bir rastlantı sonucu, ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye’yi resmen ziyaret ettiği günün bir gün sonrasına denk gelmesi, özellikle işbirlikçi medya başta olmak üzere, bir kısım insanlarda büyük hareketlenme yaratıp, ‘Ordu ABD’nin Baskısıyla çekiliyor…’ gibi maalesef yakışıksız ve üzücü yorumların yapılmasına sebep olmuştur…
Halbuki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bundan öncekilerde olduğu gibi bu harekatı da; mükemmel bir planlama neticesinde gerçekleştirilmiş ve Harekata katılan birlikler planlanan sürenin sonunda, yurtiçindeki üslerine geri dönmüştür.
Buna karşın, esastan yoksun ve tamamen kulaktan dolma ve aslı astarı olmayan ifadelerin sarf edilmesi, toplumun önemli bir kesiminde ve dolaysıyla da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, öncelikle komuta kademesinde üzüntüye neden olmuştur. Bunun üzerine; Genelkurmay Başkanı, 3 Mart 2008 günü yaptığı bir Brifing’de; Harekatı ve üzerinde çokça spekülasyon yapılan Dönüş konusunu ayrıntılı bir dille anlatarak, kasıtlı ve taraflı olduğu bilinen ifadelerde bulunanlar için de; ‘Birliklerimiz’in, bir Dış baskı veya telkin sonucunda geri çekildiğini ispatlasınlar, üniformamı şimdi çıkarırım…’ şeklinde çok düşündürücü ve hepimizi oldukça üzen bir ifade kullanmıştır…
Türk Ulusu’yla Ordusu’nun arasında sarsılmaz bir güven tesis edilmiştir. Bunu defalarca yazdık. Gerekirse yine de yazarız. Bu güven duygusu asla zedelenmeye çalışılmamalıdır. Sarsılabileceğine ihtimal veremiyor olmakla birlikte; ola ki sarsılırsa; Türk Ulusu’nun Millet olma özelliklerinden birisi önemli bir hasar görmüş sayılır ki, asla arzu edilmez… Çünkü, Türk Ulusu Ordusu’yla bir bütündür…
İŞBİRLİKÇİLER’E DİKKAT
Geçmişte yaptığı konuşmalarında Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar BÜYÜKANIT’ın da sıkça değindiği üzere; Bölücü Terör ve Hainlerin, dış destekleri zaten bilinmekte ve açıkça da söylenmektedir. Ancak, yine sıkça dile getirilen içerideki İşbirlikçilerin durumu da çok büyük önem arz eden duruma gelmiştir. Terörle sadece silahlı olarak mücadele edilemeyeceği kesindir.
Bölücü terörün içerden gördüğü her türlü destek hemen kesilmeli ve bunu sağlayanlar hakkında yasal işlemlere tez elden başlanmalıdır. Eğer bu başarılamazsa; bu mücadele başarılmış sayılmaz. Bölücü terörün yok edilmesindeki en önemli hususların başında gelen içerdeki İşbirlikçiler hakkında gerekenin yapılmasında, başta İktidar ve siyasiler olmak üzere toplumun her bireyine düşen önemli sorumluluklar vardır. Hepimiz bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmek zorundayız.
Bu Vatan Bizim!
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
8 gün süreyle ve kış şartlarında gerçekleştirilen ve Güneş Operasyonu adı verilen, Harekat’a katılan Mehmetçiklerimiz, tarihinde ilk kez bir kış harekatını başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş ve hedeflere ulaşılmıştır.
Harekat esnasında Bölücü Teröre ve hainlere yapılan baskınlara ilişkin ayrıntılar, Genelkurmay Başkanlığı’nın, 29 Mart 2008 tarihinde resmi internet sitesine koyduğu Basın Açıklaması’nda açıklanmaktadır. Harekat süresince 240 hain bertaraf e3dilmiş, 24’ü asker ve 3’ü de geçici köy korucusu olmak üzere, maalesef 27 vatandaşımız da şehit olmuştur.
HAİNLER PERİŞAN
TSK’nın mükemmel zamanlamayla başlattığı harekat esnasında, konusunda oldukça iyi eğitilmiş Mehmetçiklerimiz, ilk etapta yandaşlarına ve gerek yurtiçi ve gerekse de yurtdışındaki işbirlikçilerine güçlü olduğu görüntüsünü vermeye çalışan Hainleri, birer ikişer inlerinden çıkararak, kaçmaya çalıştıkları yönlerde yakalayıp, tepelerine binmişlerdir. Direnmeleri para etmemiş, teslim olanlar dışındakiler, çeşitli uyarılara karşın direnince bertaraf edilmişlerdir.
Kışın bir Harekat beklentisinde olmayan ve bunun için de hazırlıksız yakalandığı her hallerinden anlaşılan Hainler’in, birbirlerinin yardım taleplerine, kendi durumlarının da iyi olmadığı, zorda bulundukları şeklinde cevap verdikleri telsiz konuşmalarından anlaşılıyor.
Vatanı için canını bile feda etmekten asla endişe duymayan Mehmetçiğin kararlı tutumu, Harekatın başarısındaki en önemli unsurların başında geliyor…
HAREKAT’IN SÜRESİ VE AMACI
Medya’da geniş yer bulan Harekat’la ilgili haberler konusunda, bir kısım yazar, çizer ve yorumcu kesiminden, her kafadan bir ses çıkıyor görüntüsüyle çatlak sesler geldiği duyulabilmektedir.
Ancak, düne kadar, ‘Kuzey Irak’taki boş ve kayalık arazideki irili ufaklı mağaralar boşuna bombalanıyor…’ diyen bir kısım insanlar, bugün Harekat’a övgü düzecek noktaya gelmişlerdir. Aynı manzara geçmişte, örneğin; 12 Eylül’de de yaşanmıştı… Hatırlarsınız! Bir-iki gün öncesine kadar şöyle-böyle laf edenler, olabildiğince çabuk çark etmişlerdi. Bugün de aynı davranış içinde oldukları, maalesef acı bir şekilde görülebilmektedir. Ne yaparsınız? Bunların da karakterleri böyle…
İşte bu zihniyet; harekat hakkında zaman telaffuz etmeye çalışıyor. Ama başaramayacaklar. Harekat’ın ne zaman biteceğinin kararı Sivil Otorite’ye aittir. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu karara uymakla yükümlüdür. Sorumluluk, elbette ki kararı verene ait olacaktır…
Harekatın Amacı ise; Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmak kaydıyla, bölücü terörü yok etmek ve hainleri temizleyerek, bir daha Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk İnsanı’na zarar vermesini tamamen engellemektir.
TALABANİ VE BARZANİ RAHATSIZ
Harekat’ın başlamasının ardından, uzaktan kumandalı olduğu konusunda kuşkumuz olmayan Talabani ve Barzani abuk-sabuk açıklamalarda bulundular. Kısaca ifade etmek gerekirse; Türk Askeri’nin Irak topraklarında bulunmasını neredeyse işgal amaçlı göstermeye bile cüret ettiler. Güçlerini nereden aldıklarını söylemeye gerek yok. Çünkü aynı zamanda İngiltere, Fransa gibi AB üyesi ülkeler başta olmak üzere, ABD’deki medya organları da Harekat’ı kınama noktasında ifadeler kullanıp, yazılar yazdılar. Başka davranmaları da beklenemezdi zaten…
Böylesi gerçekler ortada iken; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Talabani’yi Türkiye’ye resmen davet etti. O da kabul etmedi ve bunu dünya medyası önünde, çirkin bir yüz ifadesiyle, açıkladı. Ancak, bir müddet sonra Bağdat’a giden bir Türk Heyeti, görüşmeler arasında Cumhurbaşkanı’nın resmi davetini yineledi. Talabani efendi, bu sefer kabul etti… Ne acıdır ki; dünün Talabani’sine, adeta ‘Türkiye’ye gel…’ diye yalvarıldı. Hem de Cumhurbaşkanı tarafından…
Bunlardan cesaret aldığı belli olan Barzani çapulcusu da; ‘Sabrımızın da bir sınırı vardır. Gerekirse müdahalede bulunuruz…’ şeklinde açıklama yaptılar.
Ancak, şu gerçeğin farkında olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isteriz:
Türk Ulusu olarak, Bölücü terörün ve Hainlerin bütün ihtiyaçları ABD ve onun bilgisi dahilinde hempaları tarafından karşılanmaktadır. Yakalanan hainlerden ele geçirilen silah ve mühimmatların büyük çoğunluğu, ya ABD yapımı, ya da ABD ordusuna ait silah ve teçhizatlardır. Az da olsa AB üyesi ülkelere ait silah ve teçhizatın bulunduğu da olmaktadır.
TELEVİZYON PROGRAMLARI VE KONUŞMACILAR
Bugünlerde televizyonlarda yapılan Harekat konusundaki programların hemen tamamındaki konuşmacıların çoğunluğunun, olayın bir Kürt sorunu olduğu ve çözümünün böyle olmaması gerektiği konusunda, neredeyse, ‘Hainlerin ağzıyla konuşuyorlar…’ dedirtecek şekilde sözler söylemeleri, nedense bizi pek şaşırtmıyor.
Öteden beri söylediğimiz; konunun bir Bölücü Terör sorunu olduğudur…! Türkiye’nin asla bir Kürt sorunu olmamıştır. Olması da mümkün gözükmemektedir. Mevcut Ulus Devlet yapımız ve Üniter Devlet anlayışımızda asla bir değişme veya sapma söz konusu değildir. Bu münasebetle; ‘Etnik Kimliklerin Özgürlüğü…’ gibi amaçlı çıkartılan hususların, hedeflerinin neler olduğunun bilinciyle hareket etme sağduyumuz hiç bir zaman da terk edilmeyecektir.
Programları yapanlar ile konuşmacıların bu hassas noktaları görmüyor olmaları veya ‘Harekatın bilmem kaçıncı günü. Her iki taraftan da şehitler var…’ gibi anlamlı, bir yerlere mesaj gönderir nitelikte ve kasıtlı ifadeler kullanarak, kitleleri tetikleme hevesinde gözükmeleri, toplumu gereksiz ve acı sonuçlara götürebilecek oldukça tehlikeli söylemlerdir… Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gönderme yapılıyormuş gibi bir gayret içinde bulunulması, Türk Ulusu’nca asla itibar edilmeyecek hususlardır. Özellikle bunlara dikkat edilmesi gerektiği düşünülmektedir…
Ayrıca, Irak’ın Kuzeyi’ndeki planlanan harekatı başarıyla tamamlayıp, yurtiçindeki üslerine dönen TSK unsurlarının, dönüş tarihlerinin, bir rastlantı sonucu, ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye’yi resmen ziyaret ettiği günün bir gün sonrasına denk gelmesi, özellikle işbirlikçi medya başta olmak üzere, bir kısım insanlarda büyük hareketlenme yaratıp, ‘Ordu ABD’nin Baskısıyla çekiliyor…’ gibi maalesef yakışıksız ve üzücü yorumların yapılmasına sebep olmuştur…
Halbuki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bundan öncekilerde olduğu gibi bu harekatı da; mükemmel bir planlama neticesinde gerçekleştirilmiş ve Harekata katılan birlikler planlanan sürenin sonunda, yurtiçindeki üslerine geri dönmüştür.
Buna karşın, esastan yoksun ve tamamen kulaktan dolma ve aslı astarı olmayan ifadelerin sarf edilmesi, toplumun önemli bir kesiminde ve dolaysıyla da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, öncelikle komuta kademesinde üzüntüye neden olmuştur. Bunun üzerine; Genelkurmay Başkanı, 3 Mart 2008 günü yaptığı bir Brifing’de; Harekatı ve üzerinde çokça spekülasyon yapılan Dönüş konusunu ayrıntılı bir dille anlatarak, kasıtlı ve taraflı olduğu bilinen ifadelerde bulunanlar için de; ‘Birliklerimiz’in, bir Dış baskı veya telkin sonucunda geri çekildiğini ispatlasınlar, üniformamı şimdi çıkarırım…’ şeklinde çok düşündürücü ve hepimizi oldukça üzen bir ifade kullanmıştır…
Türk Ulusu’yla Ordusu’nun arasında sarsılmaz bir güven tesis edilmiştir. Bunu defalarca yazdık. Gerekirse yine de yazarız. Bu güven duygusu asla zedelenmeye çalışılmamalıdır. Sarsılabileceğine ihtimal veremiyor olmakla birlikte; ola ki sarsılırsa; Türk Ulusu’nun Millet olma özelliklerinden birisi önemli bir hasar görmüş sayılır ki, asla arzu edilmez… Çünkü, Türk Ulusu Ordusu’yla bir bütündür…
İŞBİRLİKÇİLER’E DİKKAT
Geçmişte yaptığı konuşmalarında Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar BÜYÜKANIT’ın da sıkça değindiği üzere; Bölücü Terör ve Hainlerin, dış destekleri zaten bilinmekte ve açıkça da söylenmektedir. Ancak, yine sıkça dile getirilen içerideki İşbirlikçilerin durumu da çok büyük önem arz eden duruma gelmiştir. Terörle sadece silahlı olarak mücadele edilemeyeceği kesindir.
Bölücü terörün içerden gördüğü her türlü destek hemen kesilmeli ve bunu sağlayanlar hakkında yasal işlemlere tez elden başlanmalıdır. Eğer bu başarılamazsa; bu mücadele başarılmış sayılmaz. Bölücü terörün yok edilmesindeki en önemli hususların başında gelen içerdeki İşbirlikçiler hakkında gerekenin yapılmasında, başta İktidar ve siyasiler olmak üzere toplumun her bireyine düşen önemli sorumluluklar vardır. Hepimiz bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmek zorundayız.
Bu Vatan Bizim!
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
YOLGEÇEN VERGİSİ
Vergi Devlet’in tek geliridir. Devlet Hizmetleri için gereken kaynak vergilerden sağlanır. Buna bir itirazımız yok. Olamaz da!
Vergilerin neler olduğu ve vatandaştan nasıl tahsil edileceğine ilişkin esaslar da yasalar tarafından belirlenir. Vatandaşlarımız da; vergisini ödemenin kutsiyetine olan inancıyla, zamanı geldiğinde vergisini gider öder. Devlet de; elde ettiği kaynakla, vatandaşına hizmete koyulur…
Ancak, bir kısım yerel yöneticilerin, çözüm üretememeleri sonucu yıllardır biriken, hatta kronikleşen sorunların, vatandaşımıza vergi yükleyerek çözülmeye çalışılması, özellikle AKP ve Zihniyeti iktidarının önemli maharetlerinden birisi olduğu gerçeğini bir kez daha yaşamak üzereyiz.
Neden bahsettiğimiz biraz kapalı kaldı diyorsanız; acele etmeyin hemen söylüyoruz:
-İstanbul’un, çokça rağbet gören semtlerindeki araç yoğunluğunu azaltmak iddiasıyla, buralara araçlarıyla gidecek olanlardan ilaveten para alınması… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş böyle söylüyor.
Örneğin:
-Taksim’e gideceksiniz; ver 10.- YTL. Gece tarifesi, 5.- YTL.
-Beşiktaş’ta bir işiniz var. Aracınızla gitmeniz gerekiyor, gündüz olursa 20.-, gece ise 15.-YTL idare eder…
-Levent, Ulus ve Etiler gibi yerlerin tarifesi biraz farklı.
Neden mi?
-Eh! Onu da takdir edersiniz canım! Malum, oralarda durum ve muhabbet biraz değişik. Kimilerin eli kimilerin nerelerinde dolaştığı pek belli olmuyor da… Ayrıca, magazin haberlerine konu olmak da işin başka cazip yanları. Bu nedenle de tarifesi değişik olmalı… Bu semtlerde endam edecek olanlarınız varsa; gündüz 50.-, gece ise 100.- YTL civarında araç parasını gözden çıkarmalı(rakamlar gerçek olmayıp, örnekleme amaçlı verilmiştir) …
Pek yakında İstanbul’un semtlerine göre araç tarifesi yayınlanır…
İşte böylesi bir saçma sapan öneriye bulabildiğimiz, daha doğrusu duyduğumuzda ilk aklımıza geleni yazının başlığı yaptık: Yolgeçen Vergisi!
YÖNETİMDE AKP VE ZİHNİYETİ
RTE’nin, İstanbul’un İmamı olduğunu söylediği günlerden buyana, İstanbul AKP ve Zihniyeti’nce yönetilmektedir. Oldukça uzun sayılabilecek süredir görevde bulunan bu Zihniyet, İstanbul’u daha da karmaşık hale getirmekten başka, çağdaş şehircilik anlayışı çerçevesinde ve ciddi anlamda hiçbir projeyi hayata geçirememiştir. Tabi, İstanbul’un en güzide mekanlarını Arap Şeyhleri’ne peşkeş çekmenin dışında…
2010 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti yapmaya soyundukları dünyanın gözbebeği İstanbul’da, buldukları her boş mekana cami yapmaya kalkışmaktan ve Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi başta olmak üzere, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e ilişkin ne varsa yok etmeye çalışmaktan başka hiçbir ciddi faaliyetleri görünmemektedir.
Yapılanların başında eş, dost ve partili yandaşları kollamak, imar planlarıyla istedikleri gibi oynamak, bütün yetkilerinin kullanımından mutlaka siyasi rant çıkarmak ve İstanbul gibi bir şehri yaşanmaz hale getirmek gelmektedir.
İstanbul’un su sorunu, şehir içi taşımacılığı, alt yapı hizmetleri ve çağdaş mimari yapısının korunup devamının sağlanması gibi konular, acil çözüm bekleyen sorunların başında gelmektedir…
AMAÇ DİKKATİ DAĞITMAK
İstanbullular’ın asgari düzeyde rahat yaşayabilmelerine imkan sağlayabilecek düzenlemelerin nasıl yapılabileceği konusunda ciddi anlamda projeler beklenir ve Yerel Yönetim Gelirleri’nin daha akıllıca harcanması ümit edilirken; İstanbul’un imarı adına gerçekleştirilen hizmetlerin çoğunluğunun borçla yapıldığı ve bu borca da Hazine’nin kefil olduğu gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
İnsanlarımızın, bu sorunların ve yaratılmış keşmekeşliğin nasıl çözümlenebileceği konusunda kafa yormaya çalışırken; Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın önerisi kafaları daha da karıştırdı.
Kısa bir süre önce, RTE’nin köprülerdeki gişeleri kaldırıp İzmit’e yerleştireceğini, Mahmutbey’deki gişeleri ise Edirne’ye taşıyarak, İstanbullu’lar için bir rahatlama sağlanacağı sinyalini vermişti. Ancak, Kadir Topbaş’ın, acayip önerisini görünce, insanın aklına, ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ demek geliyor.
Öyle veya böyle… Birinin Ak dediğini ötekisinin Kara diyor olması bizi fazla ilgilendirmiyor. Ama, iğnenin ucu sonuçta bize dokununca; bizler de söylememiz gerektiğini kenara bırakamıyoruz. Kimse kusura bakmasın…
BUGÜNE KADAR NEREDEYDİNİZ?
Aslında bir bakıma, bunlar gündemdeki yaratılmış suni gerilimin etkisini ortadan kaldırmaya yönelik beyhude gayretlerdir. Ortaya atılanların tamamı Türk Ulusu’nu oyalamaktan başka bir anlam taşımıyor. Birileri, ‘Cambaz’a Bak!’ oyunundan medet umma gayretleri içinde…
Türk Ulusu uyanık olmalı ve bu türden oyunları, en kısa sürede bertaraf edebilmelidir. En azından, bulunan ilk imkanda veya Belediye Meclis toplantılarına izleyici olarak iştirak edip, Kadir Topbaş başta olmak üzere, AKP ve Zihniyeti mensubu Belediye Meclis Üyeleri’ne şu soruları sormalı:
-İstanbul’un gelişigüzel yerlerini imara açarken, şehir içindeki en küçük mekanlar için dahi partili yandaşlara inşaat izni verir ve bu inşaatların da park yeri olup/olmadığına bakılmaksızın İskan Ruhsatı verirken aklınız neredeydi?
-Güzelim şehrin en güzide yerlerini Arap Şeyhleri’ne peşkeş çekerken; bugünleri düşünmediniz mi?
-Çarpık yapılaşma ve dolaysıyla çarpık kentleşmeyi oluştururken; geleceğe bakmak hiç mi içinizden gelmedi?
AKLIN YOLU BİRDİR
Sözü uzatmanın anlamı yok. AKP ve Zihniyeti’nin her alandaki başarısızlıkları, bunları da gazete sütunlarına ve televizyon ekranlarına taşıyanlara karşı acımasızca tavır almaları, bitmiş ve tükenmişliklerinin açık bir göstergesidir.
Üretmeden, emperyalist sermayeden sağlanan sıcak parayla yürütülen işler buraya kadarmış. Yabancı sermaye, kesenin ağzını biraz sıkmaya başlayınca, bir kısım yöneticilerin ortaya attıkları abuk sabuk fikirlerin tutarlılığı olmadığı gibi, maalesef uygulanabilirliği de yoktur…
Toplama suyla değirmenin dönmeyeceğini nihayet gördüler. Trafik yoğunluğunu çözmeye yönelik fikirlerin bedeli yine masum vatandaşa ödettirilmeye çalışılıyor. Ama bunlar asla çözüm değildir. Olması da mümkün görülmemektedir…
AKP ve Zihniyeti’nin, RTE’nin başkanlığından buyana İstanbul’u yönetmeye çalıştığı hesaba katılırsa; o zaman ‘Raylı Sistem’ uygulamaya konulabilseydi; bugün için ‘Yolgeçen Vergisi’ türünden saçmalıkları gündeme taşımaya gerek bile olmazdı…
Çağdaş gelişmenin ufkunu Akıl ve Bilim’in ışığıyla aydınlatmadığınız sürece; vatandaşlarımızın çağdaş yaşamalarına imkan sağlayamayacağınız kesindir.
Ama bu erdem de AKP ve Zihniyeti’nde yok…
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Vergilerin neler olduğu ve vatandaştan nasıl tahsil edileceğine ilişkin esaslar da yasalar tarafından belirlenir. Vatandaşlarımız da; vergisini ödemenin kutsiyetine olan inancıyla, zamanı geldiğinde vergisini gider öder. Devlet de; elde ettiği kaynakla, vatandaşına hizmete koyulur…
Ancak, bir kısım yerel yöneticilerin, çözüm üretememeleri sonucu yıllardır biriken, hatta kronikleşen sorunların, vatandaşımıza vergi yükleyerek çözülmeye çalışılması, özellikle AKP ve Zihniyeti iktidarının önemli maharetlerinden birisi olduğu gerçeğini bir kez daha yaşamak üzereyiz.
Neden bahsettiğimiz biraz kapalı kaldı diyorsanız; acele etmeyin hemen söylüyoruz:
-İstanbul’un, çokça rağbet gören semtlerindeki araç yoğunluğunu azaltmak iddiasıyla, buralara araçlarıyla gidecek olanlardan ilaveten para alınması… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş böyle söylüyor.
Örneğin:
-Taksim’e gideceksiniz; ver 10.- YTL. Gece tarifesi, 5.- YTL.
-Beşiktaş’ta bir işiniz var. Aracınızla gitmeniz gerekiyor, gündüz olursa 20.-, gece ise 15.-YTL idare eder…
-Levent, Ulus ve Etiler gibi yerlerin tarifesi biraz farklı.
Neden mi?
-Eh! Onu da takdir edersiniz canım! Malum, oralarda durum ve muhabbet biraz değişik. Kimilerin eli kimilerin nerelerinde dolaştığı pek belli olmuyor da… Ayrıca, magazin haberlerine konu olmak da işin başka cazip yanları. Bu nedenle de tarifesi değişik olmalı… Bu semtlerde endam edecek olanlarınız varsa; gündüz 50.-, gece ise 100.- YTL civarında araç parasını gözden çıkarmalı(rakamlar gerçek olmayıp, örnekleme amaçlı verilmiştir) …
Pek yakında İstanbul’un semtlerine göre araç tarifesi yayınlanır…
İşte böylesi bir saçma sapan öneriye bulabildiğimiz, daha doğrusu duyduğumuzda ilk aklımıza geleni yazının başlığı yaptık: Yolgeçen Vergisi!
YÖNETİMDE AKP VE ZİHNİYETİ
RTE’nin, İstanbul’un İmamı olduğunu söylediği günlerden buyana, İstanbul AKP ve Zihniyeti’nce yönetilmektedir. Oldukça uzun sayılabilecek süredir görevde bulunan bu Zihniyet, İstanbul’u daha da karmaşık hale getirmekten başka, çağdaş şehircilik anlayışı çerçevesinde ve ciddi anlamda hiçbir projeyi hayata geçirememiştir. Tabi, İstanbul’un en güzide mekanlarını Arap Şeyhleri’ne peşkeş çekmenin dışında…
2010 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti yapmaya soyundukları dünyanın gözbebeği İstanbul’da, buldukları her boş mekana cami yapmaya kalkışmaktan ve Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi başta olmak üzere, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e ilişkin ne varsa yok etmeye çalışmaktan başka hiçbir ciddi faaliyetleri görünmemektedir.
Yapılanların başında eş, dost ve partili yandaşları kollamak, imar planlarıyla istedikleri gibi oynamak, bütün yetkilerinin kullanımından mutlaka siyasi rant çıkarmak ve İstanbul gibi bir şehri yaşanmaz hale getirmek gelmektedir.
İstanbul’un su sorunu, şehir içi taşımacılığı, alt yapı hizmetleri ve çağdaş mimari yapısının korunup devamının sağlanması gibi konular, acil çözüm bekleyen sorunların başında gelmektedir…
AMAÇ DİKKATİ DAĞITMAK
İstanbullular’ın asgari düzeyde rahat yaşayabilmelerine imkan sağlayabilecek düzenlemelerin nasıl yapılabileceği konusunda ciddi anlamda projeler beklenir ve Yerel Yönetim Gelirleri’nin daha akıllıca harcanması ümit edilirken; İstanbul’un imarı adına gerçekleştirilen hizmetlerin çoğunluğunun borçla yapıldığı ve bu borca da Hazine’nin kefil olduğu gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
İnsanlarımızın, bu sorunların ve yaratılmış keşmekeşliğin nasıl çözümlenebileceği konusunda kafa yormaya çalışırken; Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın önerisi kafaları daha da karıştırdı.
Kısa bir süre önce, RTE’nin köprülerdeki gişeleri kaldırıp İzmit’e yerleştireceğini, Mahmutbey’deki gişeleri ise Edirne’ye taşıyarak, İstanbullu’lar için bir rahatlama sağlanacağı sinyalini vermişti. Ancak, Kadir Topbaş’ın, acayip önerisini görünce, insanın aklına, ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ demek geliyor.
Öyle veya böyle… Birinin Ak dediğini ötekisinin Kara diyor olması bizi fazla ilgilendirmiyor. Ama, iğnenin ucu sonuçta bize dokununca; bizler de söylememiz gerektiğini kenara bırakamıyoruz. Kimse kusura bakmasın…
BUGÜNE KADAR NEREDEYDİNİZ?
Aslında bir bakıma, bunlar gündemdeki yaratılmış suni gerilimin etkisini ortadan kaldırmaya yönelik beyhude gayretlerdir. Ortaya atılanların tamamı Türk Ulusu’nu oyalamaktan başka bir anlam taşımıyor. Birileri, ‘Cambaz’a Bak!’ oyunundan medet umma gayretleri içinde…
Türk Ulusu uyanık olmalı ve bu türden oyunları, en kısa sürede bertaraf edebilmelidir. En azından, bulunan ilk imkanda veya Belediye Meclis toplantılarına izleyici olarak iştirak edip, Kadir Topbaş başta olmak üzere, AKP ve Zihniyeti mensubu Belediye Meclis Üyeleri’ne şu soruları sormalı:
-İstanbul’un gelişigüzel yerlerini imara açarken, şehir içindeki en küçük mekanlar için dahi partili yandaşlara inşaat izni verir ve bu inşaatların da park yeri olup/olmadığına bakılmaksızın İskan Ruhsatı verirken aklınız neredeydi?
-Güzelim şehrin en güzide yerlerini Arap Şeyhleri’ne peşkeş çekerken; bugünleri düşünmediniz mi?
-Çarpık yapılaşma ve dolaysıyla çarpık kentleşmeyi oluştururken; geleceğe bakmak hiç mi içinizden gelmedi?
AKLIN YOLU BİRDİR
Sözü uzatmanın anlamı yok. AKP ve Zihniyeti’nin her alandaki başarısızlıkları, bunları da gazete sütunlarına ve televizyon ekranlarına taşıyanlara karşı acımasızca tavır almaları, bitmiş ve tükenmişliklerinin açık bir göstergesidir.
Üretmeden, emperyalist sermayeden sağlanan sıcak parayla yürütülen işler buraya kadarmış. Yabancı sermaye, kesenin ağzını biraz sıkmaya başlayınca, bir kısım yöneticilerin ortaya attıkları abuk sabuk fikirlerin tutarlılığı olmadığı gibi, maalesef uygulanabilirliği de yoktur…
Toplama suyla değirmenin dönmeyeceğini nihayet gördüler. Trafik yoğunluğunu çözmeye yönelik fikirlerin bedeli yine masum vatandaşa ödettirilmeye çalışılıyor. Ama bunlar asla çözüm değildir. Olması da mümkün görülmemektedir…
AKP ve Zihniyeti’nin, RTE’nin başkanlığından buyana İstanbul’u yönetmeye çalıştığı hesaba katılırsa; o zaman ‘Raylı Sistem’ uygulamaya konulabilseydi; bugün için ‘Yolgeçen Vergisi’ türünden saçmalıkları gündeme taşımaya gerek bile olmazdı…
Çağdaş gelişmenin ufkunu Akıl ve Bilim’in ışığıyla aydınlatmadığınız sürece; vatandaşlarımızın çağdaş yaşamalarına imkan sağlayamayacağınız kesindir.
Ama bu erdem de AKP ve Zihniyeti’nde yok…
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
3 Mart 2008 Pazartesi
TÜRK ULUSU'NUN ORDU'YA GÜVENİ TAMDIR
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 21 Şubat 2008 Perşembe günü saat 19.00’da başlattığı Güneş Operasyonu, planlamaya uygun olarak gerçekleştirilmiş ve başarıyla sonuçlandırılmıştır. Hedefe de ulaşılmıştır!
Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmak kaydıyla; Bölücü Terörü ortadan kaldırmayı ve Hainleri de bertaraf etmeyi amaçlamış olan Güneş Operasyonu’nda, Irak sınırları içinde tek bir sivilin daha burnu bile kanamadan tamamlanan Harekat’ın ardından, Kahramanlarımız, 29 Şubat 2008 günü sabah saatlerinden itibaren yurt içindeki üslerine dönmeye başlamıştır.
***
Harekat konusunda bugüne kadar, gerek televizyon programlarında yapılan bir kısım konuşmalarda, gerekse farklı ortamlardaki söylemlerde, Ordu’nun boşuna dağı taşı bombaladığı, ciddi anlamda herhangi bir sonuç alamadığının ifade edildiği maalesef izlenmiş ve duyulmuştur…
Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyine yaptığı ve tamamen bölücü terörü ortadan kaldırmaya ve hainleri de bertaraf etmeye yönelik, 10 bin kişilik bir kuvvetle Güneş Operasyonu’nu başlatmıştır.
8 gün boyunda sürdürülen Operasyonda, bölücü teröre ve hainlere karşı önemli başarıların altına imza atılmıştır.
Ayrıca; hainlerin yuvalandığı inler dahil olmak üzere, ne kadar hedefe taarruzda bulunulduğu, kaç mağara, barınak, sığınak, komuta merkezi, muhabere tesisi, eğitim-lojistik ve ulaştırma tesisi, hafif silah mevzii ve uçaksavar mevziinin tamamen tahrip edilerek kullanılmaz hale sokulduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nın 29 Şubat 2008 günü akşam saatlerine doğru resmi internet sitesinde yayınlanan Basın Açıklaması’nda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Güneş Operasyonu esnasında; 240 hain bertaraf edilmiş, maalesef 24’ü asker ve 3’ü de geçici Köy Korucusu olmak üzere 27 de şehit verilmiştir.
Irak’ın kuzeyine yapılan bu Harekat münasebetiyle; oraya kalıcı olarak gidilmediği de önceden açıklanmıştır. Zaten tarihin hiçbir döneminde Türk Ordusu’nun, hiçbir ülkenin bir karış toprağında gözü olmamıştır. Olamaz da!
Bu, Cumhuriyet’in ilkelerine ters düşmektedir…
***
29 Şubat 2008 günü sabah saatlerinde başlatılan çekilmenin; ABD’nin baskısıyla yapıldığını ve siyasi otoritenin yanı sıra Ordu’nun da bu karara boyun eğdiğini söyleyenler de olmuştur.
Bunda en ufak bir mantıksal yön bulabilmek mümkün değildir.
Öncelikle; RTE yaptığı açıklamada; ‘Harekat, planlamaya uygun olarak gerçekleştirilmiş ve başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştır. Bundan sonra ve gerekli görüldüğünde, bu türden harekatlar yeniden yapılabilecektir…’ diye söylemiştir.
Ardından, ABD adına Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada ise; ‘Türk Kamuoyu’ndaki endişenin yersiz olduğu vurgulanarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aldığı çekilme kararının, tamamen kendi inisiyatifiyle alındığını, bunda ABD yönetiminin hiçbir etkisinin olmadığı ve bunun mümkün olamayacağı ifade edilerek, ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye’yi ziyaretiyle TSK’nın çekilme kararının, rastlantıdan başka hiçbir ilgisi yoktur…’ denilmiştir.
Bütün bunlara karşın; TSK’nın çekilme kararının ABD’nin baskısı sonucu alındığını söyleme cüreti gösterenlerin, sadece inanmak istediklerini ifade etmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Genelkurmay’ın, konu hakkında yapacağı açıklamalar önem arz etmektedir. Erken yapılacak yorumlar hatalı davranmamıza neden olabilecektir.
***
Özellikle belirtmek istediğim bir husus daha var:
Bu türden kasıtlı ifadelerin, toplumda hassas olan dengeleri oldukça olumsuz etkilediği tartışılmaz bir gerçektir. Buna en somut örnek; 29 Şubat 2008 günü Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde, iki ayrı düşüncedeki gurubun arasındaki meydana gelen ve bir çok öğrencinin maalesef yaralanmasına neden olan olaydır…
Böylesi söylem ve yaklaşımlar; Türk Ulusu’nun, Ordusu’na olan sarsılmaz bağını ve inancını zedeleyebilecek etkiye sahiptir. Onun için, bu türden, hiçbir bilimsel ve askeri strateji esaslarına dayanmayan ve sadece bireysel düşünceden öteye geçemeyen malum söylemleri, çok dikkat ederek dile getirmeye özen gösterilmelidir.
Bölücü terör ve yandaşları ile Meclis’teki siyasi uzantısı olan DTP’liler de maalesef aynı hususları dillendirmekte ve saçma sapan amaçları için, bu söylemleri propaganda malzemesi yapmaya çalışmaktadır.
Yani, Ordu’nun ADB baskısı sonucunda çekildiğini söyleyenler, bir anlamda bölücü terörle aynı dili konuşuyor durumuna düşmektedirler
***
Türk Silahlı Kuvvetleri, onun bunun sözüyle hareket etmez. Edemez!
Hele ABD’nin baskısıyla, hiçbir şekilde kuvvetlerini geri çekmez! Tarih böyle bir olayı asla kaydetmemiştir. Irak’ın kuzeyindeki birliklerin geri çekilmesi, tamamen Siyasi Otorite’nin verdiği bir karardır. Başka türlüsü zaten olamaz. Çünkü görevlendirmeyi, Tezkere’ye dayalı yetkiyle AKP ve Zihniyeti Hükümeti yapmış, görevin sona ermesine de; yine onlar karar vermişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesi operasyonlarda, Siyasi Otorite’nin kararına tabiidir…
Ordumuz, sadece bir kez geri çekilmiştir. O da Ulusal Kurtuluş Savaşı bünyesinde ve Sakarya Savaşı esnasında zorunlu olarak yapılmıştır.
Bu çekilmeyi dillendirmek isteyen ve hatta biraz daha ileri giderek eleştirmek isteyen art niyetlilere, Mustafa Kemal gereken cevabı, artık dünya tarihine mal olmuş o ünlü sözlerinden birisiyle şöyle vermiştir:
‘Hatt-ı Müdafa Yok, Sath-ı Müdafa vardır. O satıh da bütün Vatan’dır.’
Bu münasebetle ve bir kez daha ifade etmek gerekirse;
Milletimiz’in Ordusu’na Olan Güveni Tamdır ve böyle de olacaktır. Eğer; söz konusu bağ, herhangi bir şekilde zedelenirse; Türk Ulusu’nun Millet olma özelliklerinden en önemlisi ciddi anlamda zarar görür…
Çünkü, Türk Ulusu, Ordusu’yla bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan çekirdek de Türk Silahlı Kuvvetleri’dir…!
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com.
Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmak kaydıyla; Bölücü Terörü ortadan kaldırmayı ve Hainleri de bertaraf etmeyi amaçlamış olan Güneş Operasyonu’nda, Irak sınırları içinde tek bir sivilin daha burnu bile kanamadan tamamlanan Harekat’ın ardından, Kahramanlarımız, 29 Şubat 2008 günü sabah saatlerinden itibaren yurt içindeki üslerine dönmeye başlamıştır.
***
Harekat konusunda bugüne kadar, gerek televizyon programlarında yapılan bir kısım konuşmalarda, gerekse farklı ortamlardaki söylemlerde, Ordu’nun boşuna dağı taşı bombaladığı, ciddi anlamda herhangi bir sonuç alamadığının ifade edildiği maalesef izlenmiş ve duyulmuştur…
Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyine yaptığı ve tamamen bölücü terörü ortadan kaldırmaya ve hainleri de bertaraf etmeye yönelik, 10 bin kişilik bir kuvvetle Güneş Operasyonu’nu başlatmıştır.
8 gün boyunda sürdürülen Operasyonda, bölücü teröre ve hainlere karşı önemli başarıların altına imza atılmıştır.
Ayrıca; hainlerin yuvalandığı inler dahil olmak üzere, ne kadar hedefe taarruzda bulunulduğu, kaç mağara, barınak, sığınak, komuta merkezi, muhabere tesisi, eğitim-lojistik ve ulaştırma tesisi, hafif silah mevzii ve uçaksavar mevziinin tamamen tahrip edilerek kullanılmaz hale sokulduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nın 29 Şubat 2008 günü akşam saatlerine doğru resmi internet sitesinde yayınlanan Basın Açıklaması’nda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Güneş Operasyonu esnasında; 240 hain bertaraf edilmiş, maalesef 24’ü asker ve 3’ü de geçici Köy Korucusu olmak üzere 27 de şehit verilmiştir.
Irak’ın kuzeyine yapılan bu Harekat münasebetiyle; oraya kalıcı olarak gidilmediği de önceden açıklanmıştır. Zaten tarihin hiçbir döneminde Türk Ordusu’nun, hiçbir ülkenin bir karış toprağında gözü olmamıştır. Olamaz da!
Bu, Cumhuriyet’in ilkelerine ters düşmektedir…
***
29 Şubat 2008 günü sabah saatlerinde başlatılan çekilmenin; ABD’nin baskısıyla yapıldığını ve siyasi otoritenin yanı sıra Ordu’nun da bu karara boyun eğdiğini söyleyenler de olmuştur.
Bunda en ufak bir mantıksal yön bulabilmek mümkün değildir.
Öncelikle; RTE yaptığı açıklamada; ‘Harekat, planlamaya uygun olarak gerçekleştirilmiş ve başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştır. Bundan sonra ve gerekli görüldüğünde, bu türden harekatlar yeniden yapılabilecektir…’ diye söylemiştir.
Ardından, ABD adına Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada ise; ‘Türk Kamuoyu’ndaki endişenin yersiz olduğu vurgulanarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aldığı çekilme kararının, tamamen kendi inisiyatifiyle alındığını, bunda ABD yönetiminin hiçbir etkisinin olmadığı ve bunun mümkün olamayacağı ifade edilerek, ABD Savunma Bakanı’nın Türkiye’yi ziyaretiyle TSK’nın çekilme kararının, rastlantıdan başka hiçbir ilgisi yoktur…’ denilmiştir.
Bütün bunlara karşın; TSK’nın çekilme kararının ABD’nin baskısı sonucu alındığını söyleme cüreti gösterenlerin, sadece inanmak istediklerini ifade etmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Genelkurmay’ın, konu hakkında yapacağı açıklamalar önem arz etmektedir. Erken yapılacak yorumlar hatalı davranmamıza neden olabilecektir.
***
Özellikle belirtmek istediğim bir husus daha var:
Bu türden kasıtlı ifadelerin, toplumda hassas olan dengeleri oldukça olumsuz etkilediği tartışılmaz bir gerçektir. Buna en somut örnek; 29 Şubat 2008 günü Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde, iki ayrı düşüncedeki gurubun arasındaki meydana gelen ve bir çok öğrencinin maalesef yaralanmasına neden olan olaydır…
Böylesi söylem ve yaklaşımlar; Türk Ulusu’nun, Ordusu’na olan sarsılmaz bağını ve inancını zedeleyebilecek etkiye sahiptir. Onun için, bu türden, hiçbir bilimsel ve askeri strateji esaslarına dayanmayan ve sadece bireysel düşünceden öteye geçemeyen malum söylemleri, çok dikkat ederek dile getirmeye özen gösterilmelidir.
Bölücü terör ve yandaşları ile Meclis’teki siyasi uzantısı olan DTP’liler de maalesef aynı hususları dillendirmekte ve saçma sapan amaçları için, bu söylemleri propaganda malzemesi yapmaya çalışmaktadır.
Yani, Ordu’nun ADB baskısı sonucunda çekildiğini söyleyenler, bir anlamda bölücü terörle aynı dili konuşuyor durumuna düşmektedirler
***
Türk Silahlı Kuvvetleri, onun bunun sözüyle hareket etmez. Edemez!
Hele ABD’nin baskısıyla, hiçbir şekilde kuvvetlerini geri çekmez! Tarih böyle bir olayı asla kaydetmemiştir. Irak’ın kuzeyindeki birliklerin geri çekilmesi, tamamen Siyasi Otorite’nin verdiği bir karardır. Başka türlüsü zaten olamaz. Çünkü görevlendirmeyi, Tezkere’ye dayalı yetkiyle AKP ve Zihniyeti Hükümeti yapmış, görevin sona ermesine de; yine onlar karar vermişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesi operasyonlarda, Siyasi Otorite’nin kararına tabiidir…
Ordumuz, sadece bir kez geri çekilmiştir. O da Ulusal Kurtuluş Savaşı bünyesinde ve Sakarya Savaşı esnasında zorunlu olarak yapılmıştır.
Bu çekilmeyi dillendirmek isteyen ve hatta biraz daha ileri giderek eleştirmek isteyen art niyetlilere, Mustafa Kemal gereken cevabı, artık dünya tarihine mal olmuş o ünlü sözlerinden birisiyle şöyle vermiştir:
‘Hatt-ı Müdafa Yok, Sath-ı Müdafa vardır. O satıh da bütün Vatan’dır.’
Bu münasebetle ve bir kez daha ifade etmek gerekirse;
Milletimiz’in Ordusu’na Olan Güveni Tamdır ve böyle de olacaktır. Eğer; söz konusu bağ, herhangi bir şekilde zedelenirse; Türk Ulusu’nun Millet olma özelliklerinden en önemlisi ciddi anlamda zarar görür…
Çünkü, Türk Ulusu, Ordusu’yla bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan çekirdek de Türk Silahlı Kuvvetleri’dir…!
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)