22 Şubat 2008 Cuma

KONFERANS KONUŞMASI

Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy/İST. Şubesi’nin, 4-13 Şubat 2008 tarihleri arasında düzenlediği HUKUK ve SİYASET OKULU konulu etkinlik çerçevesinde, 11 Şubat 2008 tarihinde gerçekleştirilen GAZETECİ GÖZÜYLE SİYASAL GELİŞMELER konulu panelde yaptığım konuşmamı aşağıda sunuyorum:

“Değerli Dostlar,
Sevgili Genç Kardeşlerim,

Ben, Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli emanetlerinden birisi olarak kabul gören ULUS GAZETESİ’nin Yazı İşleri Müdürü ve aynı zamanda da köşe yazarlarındanım. Size, Ankara’dan, Atatürk’ün sevgilerini getirdim.
HUKUK ve SİYASET OKULU adıyla düzenlenen ve 8 gün süre ile sizlere çeşitli konularda fikir, düşünce ve görüşlerimizin aktarılmasına imkan sağlayan başta Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy Şubesi olmak üzere, Kadıköy Belediye Başkanlığı ve diğer destek sağlayanlara ve her kademede emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin içine sürüklendiği bugünkü durumundaki Siyasal Gelişmeler gerçekten iç açıcı değil. Ülke açısından durum incelendiğinde; görünen manzara pek hoşa gitmiyor. Hoşa gitmesi bir yana; bu manzara seyredilebilecek türden bile değil.
Ülke’nin genel durumuna, kısaca değinirsek; durumun ne denli vahim olduğu kendini gösterecektir. Sonra da Siyasal Gelişmeler üzerine olan değerlendirmemi sizlere sunacağım.

EKONOMİK SORUNLAR
AKP ve Zihniyeti iktidarı 5(Beş) yılı aşkın bir zamandır hükümette bulunuyor. Toplumun içinde bulunduğu durumu izah etmek için fazla söze gerek yok. Kafanızı pencereden uzatıp da sokağa baktığınızda; her şeyi açık seçik görebilirsiniz.
Bu ne demektir?
Dürüst ve açık konuşmak gerekirse; Milli Ekonomimizin, AKP ve Zihniyeti kurmaylarının ve dolayısıyla da RTE’nin söylediği gibi, mükemmel olmadığı kesin. Bunu ispatlamak için fazla uzağa gitmeyelim. Devlet’in ilgili kurumlarının açıkladığı Açlık Sınırı rakamı ile Yoksulluk Sınırı rakamlarına bakın, sonra da dönüp, 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren, lütfedilerek 435.-YTL’ye çıkarılan Asgari Ücrete bir göz atın…
Açlık Sınırı rakamının 950.-YTL, Yoksulluk Sınırı rakamının ise 1.750.- YTL olduğu gerçeğine karşılık, Vatandaşımızın eline, bir aylık emeğinin karşılığı olarak 435.-YTL’lık Asgari Ücreti tutuşturacaksınız. Bu çelişki yi görmek için ekonomist olmaya gerek yok. Gerçek gün gibi ortada. Bu durumda, Ekonomi’nin iyi olduğunu söyleyenlere Kargalar bile güler…
Bir an varsayalım ki; Ekonomimiz iyidir. Hani, hiçbir şekilde bunu hissetmedik ve hissedeceğimizi de sanmıyoruz ya; adama sormazlar mı? Ne yaptın, hangi malı nerede ürettin, Milli Ekonomi’nin hangi sahada üretim yaparak yüzünü güldürdün ve başını dik tuttun da, Ekonomi’yi iyileştirdin?
Diğer bir ifadeyle; iktidarınız süresince, göreve geldiğinizde kucağınızda hazır bulduğunuz yarım kalmış işleri saymazsak; ülkenin neresine tek bir çivi çaktınız?
Yaptığınız tek bir gerçek var; o da; önce üretimi yok etmek, esnafı, sanayiciyi, tarım sektörünü ve köylüyü perişan kılmak ve doğan zaruri ihtiyaçların karşılanabilmesi için de piyasayı ucuz ve kalitesiz Çin mallarıyla doldurmak. Tabii doğal olarak da bolca borçlanmak. Ekonomik değerler elinin altında istediğin gibi oyna. Elini tutan mı var?
Daha, çalışanların, Emekli, Dul ve Yetimlerin, Gazi ve Malullerin durumlarına sıra gelmedi. Bir de Onlar’ın acıklı gelir tablosunu ve maalesef olmayan alım güçlerini gözler önüne döksem ya; emin olun bu konuşmanın tamamını ekonomi üzerine yapmak gerekir…

SAĞLIKTAKİ SORUNLAR
Hükümetin bugüne değin en çok çuvalladığı konuların birisi de budur maalesef. 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel seçimi hedef alınarak, yaklaşık bir yıl öncesinden Sağlık Sektörü’ndeki, adeta hovardaca sergilenen davranışların sonuçlarını, Türk Ulusu, maalesef bugün çok acı yaşamaktadır.
Nasıl mı?
Üniversite ve Özel Hastaneleri, tıpkı Devlet Hastaneleri’nde olduğu gibi, her kesime sınırsız bir şekilde açtıklarında; olayın özünde yatan kilitlenme beklenenden de erken geldi. Önceleri, Vatandaşlarımız az da olsa bir yerlerde muayene olma imkanı bulabilirken; şimdi Üniversite hastanelerine de gitmeye başlandı. Ancak bu hastanelerde, bir kısım hizmetlerden fark alınmaya başlayınca; buralara talep oldukça azaldı.
Vatandaş, üniversite hastanelerinden vazgeçince; çoğunluğu dinci sermaye tarafından kurulduğu bilinen, veya devletten alınan yüklüce kredilerle -ki bu kredilerin kimlere verildiği malum- kurulan Özel Sağlık Kuruluşları’na yöneldiler. Önceleri Özel Sağlık kuruluşlarındaki hizmetler için fark alınmazken; bu kuruluşlar da fark uygulamasına başladılar. Buna da; zaten yetersiz olan ekonomik gücü yetmeyen Halkımız, sağlık konusunda, Anadolu tabiriyle, iki arada bir derede kala kaldı…
Hani Sağlık Sektörü’nde reform yaptıydınız?
Daha, RTE’nin, bırakın mangalda kül bırakmamayı, mangalı dahi uçururcasına efelenerek yaptığı açıklamalarının aksine; hastanelerde rehin kalan Anadolu İnsanımızı söylemedim...
Ayrıca, Eczanelerin devletten alacaklı oldukları paralarını alamadıkları için, çoğunun kullandığı kredileri ödeyememeleri yüzünden kapandığını biliyoruz. İlaç depolarının durumu da farklı değil…
Bir kısım Üniversite Hastaneleri aynı durumdan şikayetçi. Hizmetlerini aksatmamaları için zor şartlarda çalışıyorlar. Çalıştırdıkları personelinin dahi ücretlerini zar zor ödeyebilen bir yığın Hastane biliyorum…
Sağlık’ta personel sorunlarına henüz değinemedim. Ayrıca, son alınan karara istinaden, yatan hastaların, hastanelerce karşılanacak ilaç ve tıbbi malzeme konusunun emini ayrı bir Arap saçı hikayesi…

EĞİTİM KONUSU
Milli Eğitim demeye dilimiz varmaz oldu. Okullarımızda, okutulan kitaplardan Atatürk ve Devrimleri’ne ilişkin ve Cumhuriyet’in Temel Değerleri ve Kazanımları konusundaki bilgileri tırpanlamak için büyük mücadele verildi. Halende; yok etme operasyonlarına devam ediliyor…
Her yaştaki çocuklarımızın eğitiminde öylesine abuk sabuk uygulamalara başlandı ki; ebeveynler çocuklar hakkında konuşurken; dinlemekte zorlanıyorsunuz. Din ve Ahlak Kültürü dersinde anlatılanları dinlerken; çocuğunuzun karşısında yüzünüz kızarıyor adeta…
Atatürk’ün eğitim ve eğitimciye, öğretmene verdiği önemin hiç birisi bugün için muteber değil. Bıraksalar, İlköğretim okuluna Cami İmamı ve müezzinini gönderip, bütün dersleri onlara verdirecekler. Konuştuklarına sakın aldanmayın. Hatta sağda solda eğitim konusunda parlak sözler edenler sizi yanıltmasın. Hiçbir zaman Atatürk İlke ve Devrimleri’ne bağlı ve çağdaş eğitimden yana olmadılar. Hayallerinde ve dolaysıyla kafalarının arkasında Mahalle Mektepleri, tekke, zaviye ve medreseler var… Bugün için buna imkan bulamayacaklarını bildiklerinden; şimdilik Bütün dertleri; varsa yoksa İmam Hatip’liler. RTE de İmam Hatipli ya!
Ayrıca; bir de türbanı okullara sokma gayretine soyundular. Zaten halen okulların çoğunluğunda türbanlı gelenler var ama kimsenin de onlara elleştiği falan yok.
Güya amaçları sadece üniversitelermiş… Hadi canım sende…
Daha yakın zamanda yapılan Açık Öğretim Sınavlarına, Konya ve Erzurum’da kara çarşaflıların girdiklerine ilişkin görüntüler medyada yayınlandı. Durum Milli Eğitim Bakanı’na aktarıldığında; ‘Gelen – Gidene Karışmayın!’ diye söylediği iddia ediliyor…
Bir başka ve acı örnek; binlerce branş öğretmeni açıkta ve atama beklerken; sudan bahanelerle, sözleşmeli öğretmen uygulaması başlatıldı.
Adama sormazlar mı?
Eğitimi, neden asli kadrolarla yapmıyorsun?
Bunun cevabı, sakın Milli Eğitim Camiası’ndaki dinci kadrolaşma anlayışı olmasın?
Kim bilir?

DIŞ POLİTİKA
Tamamı ABD’nin talimatları ve AB’nin arzusu doğrultusunda oluşturulmuş dış politikamızda da oldukça gariplikler yaşadık. Halen de yaşıyoruz…
Fazlaca uzağa gitmeden, birkaç örnekle bu bahsi geçmeyi düşünüyorum.
Bir ülke düşünün ki;
-Devlet Bakanı, üyesi olmaya çalıştığınız ve bunu başarabilmek için de yapmadığınızı bırakmadığınız AB üyesi ülkelerinin birinde ve havaalanında, hem de bir minibüsün içinde, vize problemi yüzünden 1,5 – 2 saat kadar bekletilsin…
-ABD Büyükelçisi, DTP’liler ile AKP ve Zihniyeti’ne mensup Kürt kökenli milletvekillerine verdiği bir kahvaltıda Türkiye Cumhuriyeti’nin altını oyma planları yapsın…
Böyle bir rezilliği düşünebiliyor musunuz? Atatürk Türkiyesi’nin dış politikasında böylesine bir kepazelik olabilir mi?
Olabilir mi? Ne demek? Oldu bile!
Burada Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından İzmir’de meydana gelen bir olayı aktarmak istiyorum:

“İzmir’in alınmasından birkaç gün sonra Vilayet Konağı’nda, bazı kaynaklara göre, Amiral Rütbesi’ndeki İngiliz Donanması Komutanı, Mustafa Kemal ile görüşmek istediğini söyler ve kabul edilerek, Amiral Mustafa Kemal’in çalışma odasına çıkarılır.
Amiral hemen söze başlar ve, ‘Ülkenizde bizim tebamız ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler ve Rumlar var. Yeni durum karşısında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler?’ diye sorar.
Mustafa Kemal de; ‘Hiç kuşkunuz olmasın, suç işlemedikleri sürece en az benim kadar güvendedirler’ diye cevap verir.
Konuşmanın devamında bir çok konular daha söylendikten sonra, Amiral haddini aşan sözler sarf etme teşebbüsünde bulunur ve Mustafa Kemal’den de karşılığında sert ve onurlu bir lidere yakışan cevaplar aldıktan sonra, aldığı cevaplar karşısında bilinen İngiliz şımarıklığı ve ukelalığı ile sözü,
‘Siz İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?’ diye bitirir.
Bu küstahlığın sonucunda Mustafa Kemal oldukça sert bir üslupla;
‘Savaş açmak mı? Siz Sevr Anlaşmasını hala yürürlükte mi sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık. Karşımda oturuşunuzu, konuk oluşunuza sayıyorum. Fakat görüyorum ki; nezaketimizi kötüye kullanma eğiliminiz var. Buna asla müsaade edemem. Bize göre,
-Barış Antlaşması Yapmamış- iki devletiz. Savaş Hukuku yürürlüktedir. Körfez’de bulunan gemilerinizi, derhal karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum…!’ der.
Bunun üzerine İngiliz Donanması Komutanı Amiral şaşkınlığını gizleyemeden ‘Afedersiniz’ deyip, yerlere kadar eğilerek geri geri çekilir ve arkasına bakamadan çıkıp gider.”
Onurlu bir devlet adamına yakışan davranışa iyi bir örnek olur diye verdiğim bu anekdot, umuyorum, bugünün devlet adamlarına da örnek olur.
Sorunlu komşularınızla olan ilişkilerinizde, milli politikanızı uygulayamayacak, ABD’nin direktiflerine boyun eğeceksiniz.
Üstelik, bu komşu ülkeniz, ülkesinin kuzey kısmında, sürekli direktifini aldığınız ve direktifi olmadan adım dahi atamadığınız ABD’nin, her türlü ihtiyacını temin ettiği Bölücü Terör örgütünü besleyip, barındırsın.
RTE ve hükümeti, bu olup / bitenlere karşı gereğini yapacağı yerde; Terörle Mücadele’yi top yekun olarak başlatmak bir yana, bir de her gün verdiğimiz üçer-beşer şehidimizle alay edercesine, ‘KELLE’ nitelemesinde bulunmuştur…
Bölücü terör konusunda, Türk Silahı Kuvvetleri, müteaddit defalar önerilerde bulunmuş olmasına karşın, bu önerilere kulak verip gereğini yapacağınız yerde; dolaylı yollardan terörü besleyen mihraklarla görüşme yapılabileceğini ima eden tarzda konuşmalarda bulunmanızın, Milli Dış Politikamızın neresiyle uyuşuyor olabileceğini anlamakta zorlanıyorum…
Ayrıca; Kuzey Irak’a yapılabilecek Sınır Ötesi Operasyon konusunda Meclis’ten çıkarılan Tezkere’ye dayalı yetkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vermeden önce ABD’nin onayını almanın, Dış Politika’da bir tek anlamı olabilir; o da Teslimiyetçiliktir…
Bu noktada;
Adalet ve Yargı,
Tarım,
Turizm,
Güvenlik,
Terörle Mücadele,
gibi çok önemli ve hayatiyet arz eden konulara değinmek için zamanımın yeterli olmadığını söylememe bilmem gerek var mı?

SİYASAL GELİŞMELER
Bugün geldiğimiz noktaya dikkatlice bakıldığında; her işimiz tam, her sorunumuz halledilmiş, vatandaşımızın insanca yaşaması için gerekli olan bütün ihtiyaçlarımız karşılanmış ve başkaca uğraşacak hiçbir konu kalmamış gibi, suni olarak ve özellikle yaratılan Türban Konusu’na takıldık ve orada öylesine kalakaldık. Yaklaşık bir aydır türbanla yatıp, türbanla kalkıyoruz.
AKP ve Zihniyeti iktidarının öteden beri yapmakta olduğu ve Atatürk ve O’na ait olan her değeri yok etmenin amaçlandığı uygulamalar karşısında toplumun yeterince duyarlı davranmaması hepimizi derinden düşündürmektedir. Sorunlarımıza bizim sahip çıkmıyor veya çıkamıyor olmamızın kendimizce sorgulanması gerekiyor.
RTE ve hükümeti, hemen her yaptığı uygulamada, önce aleni olarak başlayıp, sonra gösterilen tepkiler neticesinde takiyye yaparak yumuşamış gözüküp, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne karşı sürekli bir direnme içindedir. Bunu inatla da sürdürüyor…
Yüklendikleri Ilımlı İslam Modeli misyonunun gereğini, her buldukları fırsatta yapmaya çalışıyorlar. Şimdi de bir bez parçasını Türk Ulusu’nun önüne koyup, birilerinin bir o yana, birde bu yana çekiştirip durmasını sağladılar. Dertleri, Anadolu Kadını’nın orasını, burasını örterek namusunu, hatta dinini ve inancını korumak falan değil. Amaçları gürültü patırtı çıkarıp, genç neslin kafasında oluşan Atatürkçü Düşünce’yi silmeye, hatta kafa karışıklığıyla yok etmeye çalışmaktır. Meydana gelen kaos ortamından da olabildiğince yararlanmaktır.
Hele, MHP’nin de sağladığı destek iyiden iyiye işi azıtmalarına neden oldu. Bunun arkasından gelecek Sivil Anayasa Çalışmalarına şimdiden zemin hazırlanıyor. Dolaysıyla da; hedeflerindeki Atatürk Türkiyesi’ni, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmeye doğru ilerlemeye çalışıyorlar.
Yaşadığımız coğrafyada şartların ağırlığı ortada dururken, komşularımızla var olan sorunlarımızın hiç biri çözülememişken, borçlarımızın faizini dahi ödeyemez durumda bulunup, işsiz gençlerimizin halleri perişanken, işsizlik sayısının milyonlarla ifade edildiği gerçeğine karşılık istihdam üretecek fikirler yerine, günübirlik sıcak parayla oyalanırken, borsanın %80’e yakınını yabancılara kaptırmışken; Türban sorunu diye bir hususun aciliyetini anlamak akıl karı değil diye düşünüyorum.
Üstelik sokaktaki hemen her yaştan ve meslekten vatandaşlarımıza, türban konusundaki fikirleri sorulduğunda; genci yaşlısı, kadını erkeği, öğrencisi çalışanı ve emeklisi hepsinin, ağız birliği etmişçesine, türbanı gündemlerine dahi almadıklarını görüyoruz. Vatandaşlarımızın ortak derdinin ilk etapta ekonomi, yani açlıkla mücadele ve geçinebilme derdi olduğunu duyuyoruz kendi ağızlarından.
Türban konusunda bir-kaç söz daha söylemek gerekirse;
-Türban, çözülememiş bütün sorunların üzerine, AKP ve Zihniyeti’nce çekilmek istenen bir örtüdür.
-Türban, Laikliğe karşı bir tehdittir.
-Türban, çağdaş aklın ve Türk Kadını’nın esaret altına alınmasıdır.
-Türban, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne karşı durmaktır.
-Türban, önce Laiklik İlkesi’ni, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya yönelik gayretlerin bir aracıdır.

Değerli Arkadaşlar,
Bunların derdi iş yapmak, Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği ‘Ülkeyi Muasır Medeniyet Seviyesine Ulaştırmak’, Türk Ulusu’nu mutlu bir hayat düzeyine çıkarmak falan değil. Hiç bir zaman da olmadı…
Amaçları;
-Cumhuriyeti kaldırmak değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmektir.
-Din devleti kurmak da olamaz, çünkü yaptıklarına ve söylediklerine bakınca bu zihniyetin Müslüman dahi olduğu tartışılabilir.
-Türkiye’yi, ABD’nin mandasına sokup, uzak bir eyaleti yapmaktır. Ülkeyi, ABD’den aldıkları direktiflerle yönetmelerinin nedeni de budur…
Sonuç olarak şunları söylemek istiyorum:
Hiçbir güç ve hiçbir kimse, gerekçesi ve desteği ne olursa olsun, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Cumhuriyet’in Temel Değerleri ve Kazanımları’nı, dolaysıyla da Türkiye Cumhuriyeti’ni yok edemez! Ortadan kaldıramaz! Bundan asla şüphe duyulmamalıdır!
Teşekkür ederim…”
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
Ulus Gazetesi Yazarı

Hiç yorum yok: