Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışının ardından sırasıyla Amasya, Erzurum ve Sivas’a gitmiş ve Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde, en öne çıkan unsur olarak da Egemenliğin Ulus’ta olduğu vurgusunu yapmıştır.
Buradaki derin anlamı, Mustafa Kemal’in, ‘Ulus’u, yine Ulus’un gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenliktir’ sözünde bulabiliyoruz.
Sivas’tan Ankara’ya doğru hareket eden Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya ulaştıktan sonra, İstanbul hükümetinin teslimiyetçi anlayışı karşısında yeni bir Meclis’in kurulması zorunluluğunu görmüş ve Ulus’un kendi bölgelerinden seçecekleri milletvekillerinin Ankara’da toplanmasını istemiştir.
Milletvekilleri, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanmış ve böylelikle ilk Millet Meclisi kurulmuştur. Meclis’in ilk işi Türk Ulusu’nun Egemenliği’ni ilan etmesi olmuştur. Böylelikle de; 23 Nisan Ulusal Egemenlik Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Daha sonra; yasama ve yürütme yetkisini haiz olan Meclis, yaptığı bir toplantıda Mustafa Kemal’i Meclis Başkanlığı’na seçmiştir.
Meclis çalışmalarını sürdürürken; bir yandan da Ulusal Kurtuluş Savaşı bütün yoğunluğu ve hızı ile sürmektedir. Nihayet emperyalizme karşı sürdürülen bu savaştan büyük bir zafer kazanılarak çıkılmıştır.
Savaşın zaferle taçlandırılmasından bir müddet sonra, 23 Nisan 1924 tarihinde, Mustafa Kemal 23 Nisan gününün bir bayram günü olarak kutlanmasına karar vermiştir.
Bu olayın üzerinden 5 yıl kadar bir zaman geçtikten sonra, 23 Nisan 1929 tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan Bayramını çocuklara armağan etmiştir.
Ulusal Egemenliğimizin bütün dünyaya ilan edildiği 23 Nisan günü, 23 Nisan 1929 tarihinden bu yana, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaktadır.
***
Atatürk’ün, böylesi mükemmel bir mücadele neticesinde kurulmasını sağladığı Türkiye Cumhuriyeti, dünyada bir ilk olma özelliğini de taşır. Ancak, özellikle 10 Kasım 1938 saat 09.06’dan itibaren işin şekli biraz değişmeye başlamıştır.
Ulusal Çıkarların yerini kişisel menfaat ve siyasi hırsların aldığı uyugulama ve söylemler, adeta ihanetin başlangıcı olarak kabul edilen bu tarihten itibaren, sıkça görülmektedir.
Çok partili sistem ve 1950’li yıllar ve Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı, işin iyice zıvanadan çıkmasına neden olmuştur.
1960’ın ardından 1970 ve 1980’ler çalkantılı dönemler olarak tarihteki yerini almıştır.
Sonuçta bugünlere gelinmiş ve Türkiye’nin yönetimi, üzerinde hala tartışmaların sürdüğü seçimler neticesinde, ‘Ne demekmiş; -Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir-, -Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır-’ diyen bir başbakan olan RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti hükümetine teslim edilmiştir.
Kısaca söylemek gerekirse; Bugün Ulusal Egemenlik ifadesi, sadece kağıt üzerinde vardır.
Türkiye Cumhuriyeti, ABD’nin direktifleri, AB’nin de dayatmaları ile yönetilmekte, Mustafa kemal Atatürk’e ait değerler ile Cumhuriyet’in Erdemleri’nin yok edilmesi için, gizli veya açık her yöntem uygulanmakta, her yol da denenmektedir.
Atatürk Türkiye’si, dinci, yobaz, gerici ve çağdışı bir Zihniyet’in dayatmaları ile Dini Esaslara dayalı bir devlete, yani Şeriat Devleti’ne doğru çekilmeye çalışılmaktadır.
Türk Ulusu’nun, gözlerinin önünde olup/biten bütün kepazelikler karşısında, maalesef sadece seyirci gibi olanları izlemekle yetiniyor. Yapılan ufak çaplı miting ve gösteriler ile salon toplantıları, kişisel tutkuların tatmini amaçlı çabalar olarak görülmektedir.
Atatürk’ün, ‘Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur…’ şeklindeki ifadesi, sanki bugünler bilinerek söylenmiştir…
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder