17 Nisan 2008 Perşembe

LAİKLİK İLKESİ HAKKINDA


“Devlet ile din işlerinin birbirinden ayrılması, devletin din ve vicdan özgürlüğüne karışmaması ve toplum ve devlet yaşamının ‘DİN’ yerine ‘AKIL ve BİLİM’ esaslarına dayanması” şeklinde tanımlanabilecek Laiklik konusunda bir çok kez yazılıp söylendi.
Buna karşın, Laiklik; üzerinde halen en çok tartışılan konulardan birisidir.
Bu konuyu irdelerken; yakın tarihimize baktığımızda şunu görüyoruz:
9 Nisan 1928 tarihinde, İsmet İNÖNÜ ve 120 kadar arkadaşı, verdikleri bir kanun teklifi ile 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi’nin; ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini İslam’dır. Resmi Dili Türkçe ve Başkenti de Ankara’dır’ şeklinde değiştirilmesi ve dolaysıyla da ‘İslam Dini’ ifadesinin mevcut cümleden çıkarılması önerilmiştir. Öneri, 264 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiş ve 10 Nisan 1928 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Üzerinden 9 yıl geçtikten sonra, yeni bir adımla, 5 Şubat 1937 tarihinde, Laiklik İlkesi Anayasa’ya girmiştir.
Bu münasebetle; 10 Nisan günü Laiklik Günü olarak kabul edilmektedir.


***

Laiklik, Türk Ulusu’nun, Ümmet olmaktan Ulus olmaya, Teba olmaktan da Vatandaş olmaya yönelmesinin bir ifadesidir.
Mustafa Kemal Atatürk, Laiklik İlkesi’yle İslam Dini’ni yeni bir şekle sokmuş veya dine yeni kurallar falan getirmiş değildir. Yapılanın aslı; Çıkarcılar, din baronları, dinciler, gerici ve yobazların, menfaatlerini kolaylaştırmak için ‘Şeriat’ adı altında koydukları kural ve dayatmaları kaldırıp, İslam Dini’ni doğal özüne döndürmektir.
Laiklik İlkesi’ni tanımlar veya anlatmaya çalışırken; bir ülkenin tarihi, siyasi ve sosyal şartları, ülkede yaygın olan Din’in özellikleri gibi hususların ülke için gerekli ve geçerli olan Laiklik Anlayış ve uygulamasını geniş ölçüde etkilediğini görürüz.
Ancak, Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin Temel İlkelerinden birisi ve Türkiye’de Anayasa İlkesi ve bir Hukuk İfadesi anlamına gelmiş bulunan Laiklik İlkesi’nin bir kısım tartışılmaz unsurları olduğu bir gerçektir.


***

Bunları sıralayıp da kısaca anlatmak istersek:
1) Laiklik, herkes için Din, mezhep, düşünce ve vicdan hürriyeti demektir. Herkesin din ve inançlarında her türlü baskıdan uzak olarak yaşayabilmesinin yasal güvencesi demektir. Laiklik, Cumhuriyet düşmanlarının sıkça söylediği gibi; dinsizlik değil, bilakis Din’in özünü ve ruhunu koruyan bir sistemdir.
2)Laiklik, etnik kökenleri, din ve mezhepleri ne olursa olsun, yurttaşlara eşit işlem yapılması, kanunlar önünde her bakımdan eşitlik ve adalet demektir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, herkesi birinci sınıf vatandaş yapan da bu eşitlik anlayışının olduğu kesin bir gerçektir. Dolaysıyla; Laiklik, kadın-erkek eşitliğinin de en temel değerlerinden birisi ve teminatıdır.
3)Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, Din’in bir vicdan işi olduğunun kabul edilmesi, Devletin ve Toplumun dini esasların gereğine göre yapılandırılmaması-yönlendirilmemesi demektir. Laikliğin bu özelliği, Devlet Yönetimi’nin Dini kurallara göre değil, Toplum’un ihtiyaçlarına, Akla, Bilime, hayatın gerçeklerine göre yürütülmesini sağlamada esas unsurdur.
4)Laiklik, eğitimin çağdaşlaştırılması ve öğretim birliği demektir. Eğitimin bütün unsurlarının çağdaş ve akılcı esaslara göre düzenlenmesi ve buna göre de verilmesi demektir. Dolaysıyla, Laiklik, bütün çağdaş değerleri meydana getiren ve insanın en kıymetli varlığı olan aklın her türlü baskıdan uzak olup, kişinin hür ve özgürce düşünebilmesi demektir.
5)Laiklik, Devletin resmi dininin bulunmaması demektir. Laik olan bir devlet, belirli bir dinin kurallarını vatandaşlarına dayatmak için kurallar koymaz. Koymamalıdır da… Dini, zararlı bir unsur ve tehlikeli bir husus olarak da görmez. Çünkü, her türlü din ve Allah inancını reddeden, ideolojisinin gereği olarak vatandaşlarına dinsizliği telkin eden devletler, Laik olmadıkları gibi; dine dayalı teokratik devletler de Laik değildir…


***

Laikliğin kabulünden sonra din, eğitim ve öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda Atatürkçü, aydın, akılcı ve laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün;
“Ben, Manevi Miras olarak hiçbir donmuş ve kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim Manevi Mirasım; İLİM ve AKIL’dır”,
“Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta ser5bestir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece, din işlerini devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz.”
“Din ve mezhep, herkesin vicdani sorumluğundadır. Hiç kimse, bir başkasını ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne zorlayamaz. Din ve mezhep, hiçbir zaman, siyaset aracı olarak da kullanılamaz!”
ifadeleri, O’na inanmış herkes için yol gösterici olmuştur…


***

Laikli İlkesi’nin benimsenmesiyle, Türkiye’de din ve mezhep farklılıkları ortadan kaldırılarak, Mili Birlik ve Beraberlik duygusu güçlendirilmiştir.
Toplum hayatında akılcı ve bilimsel yöntemler geliştirilmeye başlanmıştır. Toplumda, dine ve insana saygı ile hoşgörü ortamı geliştirilmiştir.
Bu nedenle; Türk Milleti’nin, varlığını, inanç özgürlüğü içinde, çağın gereği akıl ve bilimin yolunda, insancıl bir laikliği benimseyerek sürdürebilmesi sağlanmıştır.
Bundan geriye dönmek mümkün değildir.
Bu anlayışta geri dönmek demek; zamana ayak uyduramamak ve zamanın dışında kalmak demek olur.
CENGİZ ÖNAL ‘TARAKÇIOĞLU’
conal@ulusgazetesi.com
cengizonal.tarakcioglu@gmail.com

Hiç yorum yok: